FELSEFELOGOS Dergisi Yıl:8 Sayı:30/31 Eylül 2006 Derginin
İçindeki Yazılar ve Yazıların Özetleri: |
1-) Başlık: Cesur yürek entelektüel Ali Bulunmaz |
2-) Adorno’nun Muhalefet Praksisi Ata Devrim |
3-) Kant ve nietzsche'de eleştirel düşünce açısından insan sorunu Berfin Kart |
4-) Güncellik ve güncele tanıklık; ikiyazar iki kitap Bora Erdağı |
5-) Saf aklın kritiği’nde ‘kendinde-şey’ kavramının izini sürme girişimi Deniz Kanıt |
6-) Foucault'da ve derrida'da entelektüelin deliliği Erkan Tüzün |
7-) Karl marx’ın toplum kuram ile thomas kuhn’un bilim kuramı arasındaki örtüşmelerin biçim ve içerik uyumu Eyüp Erdoğan |
8-) Kendi çölünde tanık olarak entelektüel Feysel Taşçıer |
9-) Aydın sorumluluğu ve aydın dili İmran Karabağ |
10-) Antonio Gramsci: bir yaşam felsefesi ya da bir felsefenin yaşamı Kudret Bülbül |
11-) İktidarın felsefesinden yeni bir etik tavıra: Michel Foucault Metin Bal |
12-) Düş kırgınları, edebiyat ve politik muhalefet Metin Gönen |
13-) Liberal demokrasinin maksimizasyonu ekseninde macpherson’un utilitarizm eleştirisi Naci İspir |
14-) Varoluşçuluğun varoluşu Örsan K. Öymen |
15-) Frankfurt okulu’nun diyalektiği Taşkıner Ketenci |
16-) Postmodern pratik aklın eleştirisi Yavuz Adugit |
17-) Bilme bakımından kantçı öznenin sınırları Yücel Dursun |
18-) Orta-avrupa kültürel kimliğini yeniden düşünmek: restorasyon mu, geçiş mi, yeniden yapılanma mı Emil Visnovsky |
19-) Honneth'in tanınma etiğini siyasileştirme Emmanuel Renault |
20-) Kimlik diyalektiği Stefan Gandler |
21-) Entelektüeller: yirmi birinci yüzyılda tehlike altında bir tür mü Steve Fuller |
22-) Günümüzde uyumsuzculuk ne anlam taşıyor? neoliberallerin “ uyumsuzculuğun sonu” söylemine yönelik eleştiri Thomas Barfuss |
23-) Geleneksel ve modern felsefe 20. yüzyılda kuramsal radikalizmin yapı birliği üzerine Tilman Reitz |
24-) Antik yunan felsefesinde ve genç marx’ın yazılarında materyalizm Tony Burns |
1-)
Başlık: Cesur yürek entelektüel
Yazar: Ali Bulunmaz Özet: Entelektüeli tanımlarken, yalnızca bilgi bakımından yetkinliğin vurgulanması, eksik bir tanımlama yapmak demektir. Aydınlanan, aydınlatan; bu bağlamda eleştiren ve sorgulayan entelektüel, bilgi birikiminin yanına bunları da eklemesiyle entelektüel olabilir ancak. İnsanlık adına hem üyesi olduğu toplumda hem de evrensel anlamda ortaya koyduğu tepki onun kimliğinin daha ayırt edici olmasını sağlar. Bu aykırılık kendi sınıfı içinde, susan ve toplumdan izole olan diğer kişilerden bir ayrılmayı ifade eder. Diğer bir deyişle gerçek entelektüel tavrı, iktidarın sözcülüğünü yapan ve koşulsuz biçimde gücün yanında yer alanlarınkinden farklı bir tavırdır; ki bu tavır da, içinde bulunulan durumun zorluğuna bakılmaksızın cesaret ister. Entelektüelin sorumluluğu da karşımıza bu noktada çıkmaktadır. Anahtar Kelimeler: Entelektüel, entelektüel tavır, sorumluluk, iktidar, güç, yetkinlik, eleştiri, cesaret. |
2-)
Adorno’nun Muhalefet Praksisi
Ata Devrim
|
3-)
Kant ve nietzsche'de eleştirel düşünce açısından insan
sorunu Berfin
Kart Özet:Nietzsche’nin
öğretisinde de felsefe tarihindeki pek çok düşünürün öğretisinde
olduğu gibi insanın neliğinin önemli bir yeri vardır. Nietzsche’nin
amacı, insanın yeniden insan olabilmesidir. Bunun için, öncelikle içinde
bulunulan moralin dışına çıkılması, hazır bulunan değerlerin
–iyidir ve kötüdür denilenlerin- yeniden değerlendirilmesi gerekir.
Bu hastalıklı durumda bulunan da, bundan kurtulacak olan da insandır.
Bu durum, Aydınlanma’nın insanının içinde bulunduğu durumdan çok
da farklı değildir. Bu bağlamda Nietzsche’nin “insan”dan
beklentisiyle, Aydınlanma döneminin insandan beklentileri benzerdir,
ancak izlenen yol farklıdır. |
4-)
Güncellik ve güncele tanıklık;
ikiyazar iki kitap Bora
Erdağı Özet:
Bu makalede Eric Hobsbawm’un Devrimciler adlı eseri ile Uluğ
Nutku’nun Felsefe ve Güncellik adlı eserini tarih ve felsefe bağlamında
ele aldım. Entelektüelin sorumluluğunun bu iki yazar bağlamında güncellikle
nasıl ilişkilendirildiğini görmeye ve göstermeye çalıştım.
Entelektüelin görevinin sadece eleştirmek olmadığını, eleştirisinin
açtığı yolda, izleyicilerinin ve kendisinin teorik ve pratik
pozisyonunu derinleştirmesi gerektiğini bu yazarlar üzerinden göstermeye
çalıştım. “Entelektüel veya yazar ‘lanetlenmişliğin uzak bir
mirasçısı olmadan’ ne tarihe bakabilir ne de felsefeye” düşüncesini
bu makalede somut olarak ortaya koymaya çalıştım. |
5-)
Saf
aklın kritiği’nde ‘kendinde-şey’ kavramının izini sürme girişimi
Deniz Kanıt Özet:Nietzsche’nin
öğretisinde de felsefe tarihindeki pek çok düşünürün öğretisinde
olduğu gibi insanın neliğinin önemli bir yeri vardır. Nietzsche’nin
amacı, insanın yeniden insan olabilmesidir. Bunun için, öncelikle içinde
bulunulan moralin dışına çıkılması, hazır bulunan değerlerin
–iyidir ve kötüdür denilenlerin- yeniden değerlendirilmesi gerekir.
Bu hastalıklı durumda bulunan da, bundan kurtulacak olan da insandır.
Bu durum, Aydınlanma’nın insanının içinde bulunduğu durumdan çok
da farklı değildir. Bu bağlamda Nietzsche’nin “insan”dan
beklentisiyle, Aydınlanma döneminin insandan beklentileri benzerdir,
ancak izlenen yol farklıdır. |
6-)
Foucault'da ve derrida'da entelektüelin deliliği
Erkan Tüzün Özet:
Foucault'nun 1961'de yayımlanan Deliliğin Tarihi Kitabının bir yeni
kritiği olan bu çalışma, deli ile entelektüel arasında, şimdi bizim
kültürümüzün içine sirayet etmiş şu paradoksal farklılığı
vurgulamaya çalışıyor. Daha yakından bakıldığında,
"Logos" dostu Entelektüel'in toplumun yalnızca belirli bir
kesimi tarafından dışlandığı görülürken, Deli'nin (belki de onun
şu keskin Logos karşıtlığı yüzünden) toplumun tamamından dışlandığı
görülüyor. Mesela, hani şu Deliliğin arkeoloğu, hani şu patetik
entelektüelin timsali, hani şu Tahakkümün ürettiği hiyerarşik güç
ilişkilerinin muhalifi Michel Foucault, deliliğin eser (çalışma)
namevcudiyeti olduğunu beyan etmişken, bunu söyleyen kişinin kendisi,
Fransız toplumunun içindeki spesifik bir entelektüel olarak College de
France'da çalışmak zorundadır. Bizzat Roland Barthes'tan ve Jacques
Derrida'dan biliyoruz ki, Deliliğin Tarihi'ni yazsa yazsa yalnızca bir
deli yazabilirdi. Ama maalesef, Foucault'nun kendisi bir deli değil, bir
entelektüeldir. Ve biz yine Foucault'dan biliyoruz ki, bütün entelektüeller
(doktorlar, öğretmenler, yargıçlar, memurlar, yazarlar, çömezler),
sistemin (Logos'un, Devlet'in, İktidar'ın) şu ya da bu şekilde
polisidirler. Pekiyi, malum paradoks nasıl aşılabilir? Derrida'nın ya
da Foucault'nun, hangisinin haklı olduğunun peşinden koşan
perspektifin çatısı yanlış kurulmuş olabilir. Şöyle de
yapabiliriz: Sisteme "bulaşmış" ya da sistemin
"kesin" dışındaki deliliğin olasılıklarını (durmadan
problem çıkararak işgal ettiği yerleri) çoğaltabilir, katlayabiliriz
de... Nietzsche tarihselliğinde Ariadne'nin vesile olduğu Apollon'cu
Entelektüel ile bizzat Nietzsche olan Dionysos'çu Deli arasındaki
mesafeyi kısalttığımızda, (Deleuze'cü bağlamda) üstüninsana belki
biraz daha yakınlaşabilirdik ve bu, tam da entelektüelle delinin toplamı
olurdu... |
7-)
Karl
marx’ın toplum kuram ile thomas kuhn’un bilim kuramı arasındaki örtüşmelerin
biçim ve içerik uyumu
Eyüp Erdoğan Özet:
Marx’ın bilim felsefesi çalışmış birçok düşünür üzerinde
etkili olduğu bilinen bir gerçektir. Nitekim, Marx’ın toplumsal
ilerleme arketipinin Kuhn’un bilimsel ilerleme arketipi üzerindeki
benzeşenleri de bilinen ama benzeşim (analogia) yoluyla çıkarımlarının
betimlenmesi gereken bir konudur. Zira, Marx ve Kuhn arasındaki gerek biçimsel,
gerek öze ilişkin benzerlik ve benzeşenler, apaçık ortaya konulmamış
olan, önemli bir eksik olarak durmaktadır. Bu eksiği gidermeyi, başka
bir ifadeyle, Marx’ın bilim felsefesi ve bilgi toplumbilimi üzerindeki
söz konusu etkilerinin bir örneğini, Kuhn’un bilim anlayışı üzerinde
göstermeyi konu alan bu çalışma, bir anlamda tarihsel materyalizmin ,
Kuhn tarafından bilimlerin gelişimine uyarlanmış olmasını ortaya
koymayı amaçlamaktadır.
|
8-)
Kendi çölünde tanık olarak entelektüel
Feysel Taşçıer Özet: Bu yazıda entelektüel ve durumu üç kavram merkez alınarak incelenecektir: Avcı, Tanık ve Sürgün. Bu kavramların her biri, entelektüel duruşun önemli aşamalarını oluşturmaktadır. Bu, yazının savı da, bu kavramların her birinin odağında entelektüelin nasıl yer aldığını, metaforik bir biçimde ortaya koymaktır. Bu süreçte, doğal olarak entelektüelin yeri karşısında olduğu şey konusunda takınacağı tutumla birlikte ele alınacaktır.
|
9-)
Aydın sorumluluğu ve aydın dili
İmran
Karabağ Özet:
Bu makalede aydının dile ilişkin sorumluluğunun, onun diğer
sorumluluklarına da temel teşkil ettiğini savunmaya çalışacağım.
Öncelikle aydın sorumluluğunun genişleyen alanlarını, özellikle günümüzde
ortaya çıkan doğaya karşı sorumluluk boyutunu da dikkate alarak tartışacağım.
Daha sonra özellikle Türk ve Alman tarihinden örneklerle aydının dili
konusundaki sorumluluğunun altını çizeceğim. Son bölümde ulusal
dilin oluşumu ve geliştirilmesi konusundaki aydın sorumluluğunun her türlü
fanatizm ile bağdaşmazlığını vurgulayacağım.
|
10-)
Antonio Gramsci: bir yaşam
felsefesi ya da bir felsefenin yaşamı
Kudret Bülbül Özet:
Gazete makaleleri dışarıda bırakılırsa, cezaevinde iken aldığı
notlardan başka bir çalışma kaleme almamış olmasına rağmen,
Antonio Gramsci, yaşamı ve düşünceleri ile etkisi hala devam eden bir
düşünür. Bu çalışmada Gramsci’nin oldukça zor koşullar altında
geçen yaşam öyküsü ve öne çıkardığı başlıca kavramlar
irdelendi. Geliştirdiği ya da farklılaştırdığı sivil
toplum/siyasal toplum, hegemonya, ideoloji, Aydınlar gibi kavramların
sadece içerisinde yaşadığı dönem ya da İtalyan toplumu ve hatta
Marksist düşünce geleneği için değil, farklı toplumlar, dönemler
ve düşünce biçimleri için de bir ölçüde açıklayıcı olduğu söylenebilir.
|
11-)
İktidarın felsefesinden yeni bir etik tavıra: Michel
Foucault
Metin Bal Özet:
Bu makalede Michel Foucault’nun geleneksel felsefeden kopuşla geliştirdiği
iktidar, bilgi, özne ve beden kavramları arasındaki ilişkiler üzerine
düşünceleri incelenmektedir. Aydınlanma’nın evrenselci etiğine karşı
Foucault tarafından geliştirilen yeni etik anlayışın temel dayanakları
sorgulanmaktadır.
|
12-)
Düş kırgınları, edebiyat ve politik muhalefet
Metin Gönen Özet:
Bu çalışma, Sartre'dan bu yana, sorulmaya pek gerek duyulmayan, özde
“edebiyat ne tür bir tarihsellik yaratır?” Edebiyat ve muhalif öznellik
ilişkisi nedir?” sorularını, Düş Kırgınları adlı somut bir
roman incelemesi etrafında Rancière ile birlikte soruyor. Yazı; Hegel türevi,
Tarih’in “son bulmuş” olduğunu ifade eden söylevlerle,
Badiou’nun altını çizdiği gibi, özde özgürlükçü politikanın
sonunun ilan edildiği bir dünya ortamında; Marks’ın iradeciliğine
Heidegger‘in yazgıcılığını tercih eden romandaki Kuzey
tiplemesinin yaptığı gibi, Tanrının "hep yek" atmasını
beklemek yerine, başka bir politik muhalif öznelliğin düşünülmesini
öneriyor: Heterojen tarihsellikler yaratmak. Üretim ve tüketim zamanının
anonim süreci dışında oluşturulan otonom sekanslar olarak. Amaç,
insanlığın olumsuz gidişine İlahi bir müdahaleyi kaçınılmazlık görmek
yerine; paradoksal ilişkilendirme süreçleriyle, aynı anda birçok
farklı zaman ve mekânların (tarihselliklerin) var edilebileceğini düşünebilmek.
Muhalif politik-özenlikler olarak.
|
13-) Liberal
demokrasinin maksimizasyonu ekseninde macpherson’un utilitarizm eleştirisi
Naci İspir Özet: Liberal Demokrasi’nin içerisinde hem ahlaksal hem de siyasal anlamda bir takım yetersizlikleri barındırdığını göz önünde bulundurarak onu temelden bir eleştiriye tabi tutan Neo-Marksist düşünür C.B. Macpherson’un düşünceleri bir yönüyle Liberal Demokrasi’nin bir kritiği, diğer yönüyle Liberal Demokrasi’nin kendisini yeniden üretmesi için önemli bir katkı niteliğindedir. Liberal Demokrasi’nin maksimizasyonunu, daha mutlu bir birey ve iyi düzenlenmiş bir toplumun ön koşulu olarak gören Macpherson, bunu gerçekleştirmenin biricik yolunun, Liberal Demokrasi’nin temel iddialarının çelişkilerini ve sınırlılıklarını belirleyip onu yeniden ele almaktan geçtiğini söyler. Bu bağlamda, çalışmamızın amacı Macpherson’un düşüncelerinden hareketle Liberal Demokrasi’nin temelinde yer alan utilitarist iddiaların gerçekleşebilirliğini eleştirel bir yaklaşımla tartışmaktır. Anahtar Kelimeler: C.B. Macpherson, Liberalizm, Liberal Demokrasi, Utilitarizm, J. Bentham, J.S. Mill, Sahiplenici Bireycilik, Pazar İnsanı, Siyasal Eşitlik. |
14-)
Varoluşçuluğun
varoluşu
Örsan K. Öymen Özet:
Yazar bu makalede, bir yandan Varoluşçuluk felsefesini tanımlamayı amaçlamakta,
bir yandan da bu felsefenin, Epistemoloji’nin ve Etik’in bazı soru ve
sorunlarıyla yüzleşerek yeniden yapılandırılması gerektiğini önermektedir.
Bu çerçevede yazar, Epistemoloji ve Etik’teki kuşkucu yaklaşımların
Varoluşçuluk felsefesini tamamlayabileceğini ve geliştirebileceğini,
bu nedenle Varoluşçuluk ile Kuşkuculuk arasında bir ilişki kurulması
gerektiğini, bu iki perspektifin bağdaşacak bir biçimde tekrar ele alınması
gerektiğini vurgulamaktadır. |
15-)
Frankfurt okulu’nun diyalektiği Taşkıner
Ketenci
|
16-)
Postmodern pratik aklın eleştirisi
Yavuz Adugit Özet:
Bu yazıda, postmodern felsefenin ahlakın kaynağına ilişkin tartışmaya
yaklaşımı incelenmeye ve değerlendirilmeye çalışılmıştır. “İnsanların
ahlaki olmasını sağlayan motiv akıl mıdır, duygu mudur?” sorusu
kapsamında yapılan ve bin yıllardır devam eden bu tartışma,
postmodern etik tarafından yeniden akademik tartışmaların gündemine
sokulmuştur. Ahlaki ilişkiyi, “öteki için olma” deyişiyle tanımlayan
postmodernizm, ahlakın temeline duyguları yerleştirir; çünkü “için
olma” ilişkisinin, ancak özen gösterici duygusal tutumla olanaklı
olduğunu varsayar. Buna karşılık, hesap yapan bir yeti olarak
betimlenen akıl, kötülüğün temel kaynağı olarak görülür. Bu
nedenle, sınırsız bir fedakarlık olarak “için olma” ilişkisi,
her tür kötülüğün nedeni olan aklın hesaplayıcı sorularına kayıtsızlık
olarak tanımlanır. Çalışmada, postmodernizmin bu konudaki temel yaklaşımını
serimledikten sonra geniş bir çerçevede değerlendirilerek, ahlakın,
akıl ya da duygulardan birinin değil, ikisinin birlikteliğinin ürünü
olduğu sonucuna varılıyor. |
17-)
Bilme bakımından kantçı öznenin
sınırları Yücel
Dursun Özet:
Bu makalede, Kantçı öznenin, Kant’ın sunmuş olduğu aklın
mimarisine göre, bilme bakımından sınırlandığı iddia edildi.
Kant’a göre, bilgi üç ayaklı bir durumdan oluşur. Bunlardan biri,
duyusallığın tasarımlarının diğeri anlığın tasarımlarının ve
nihayet sonuncusu bu iki kısmı birleştiren sentezin iş başında olduğu
bir durumdur. Bu üç ayaklı durum, transendental bilinçlialgının yardımıyla
da bilgiyi oluşturur. Bu çerçevenin içinde ya da dışında bilgi
olanaklı değildir. Bilgi bu çerçevenin bütünlüğünde olanaklıdır.
Bu ise, teorik akılda, bilmeyi talep eden fakat daima başarısız olan
öznenin en büyük problemidir. |
18-)
Orta-avrupa kültürel kimliğini
yeniden düşünmek: restorasyon mu, geçiş mi, yeniden yapılanma mı
Emil Visnovsky Özet: Son on yıl içinde Avrupa’da, güçlü geleneklere kök salmış eski kültürlerin kıtasında, kökten ve uzun erimli değişimler meydana gelmektedir. Batı Avrupa’da ilerleyen entegrasyonla birlikte, birçok yeni sorunu doğurmuş olan çetrefilli ve bir çok bakımdan daha karmaşık başka bir süreç başlamaktadır: 1989’da komünist rejimlerinden ayrılmalarının ardından Orta ve Doğu Avrupa’da yeniden yapılanma. Bugün daha gerçekçi görülmeye başlayan tek ve birleşmiş Avrupa tasarısı hiç de öyle çok basit ya çabuk değildir. Avrupa entegrasyonunun faillerinin hemen anlamaya başladıkları üzere, sorunların düğüm noktası kültürdür. Kültürel bakış açısından Avrupa’nın çok-renk bir kıta olması ve siyaset, ekonomi, bilim ve teknolojinin onları bölen birçok farklı toplulukları, ulusları, dinleri, kültürü birleştirmesi herkesin gözünü kamaştırır. Peki, eğer mümkünse, birleşik Avrupa kültürü ya da birleşik Avrupa kültürel kimliği nasıl olanaklıdır?
|
19-)
Honneth'in tanınma etiğini
siyasileştirme
Emmanuel Renault Özet: Bizim kanaatimiz Honneth'in tanınma etiğinin, siyasi boyutlarından geri adım atılmazsa yenilenmiş bir eleştirel toplum kuramı için bugün en güçlü modeli sunduğudur. Biz iki ana özellik üzerine yoğunlaşmak istiyoruz: İlkin, tanınma etiğinin kavramsal düzeyde savunulabilir kalması için siyasi durumunun netleştirilmesi gerekir; ikincisi, tanınma etiği radikal siyasi eleştiri olanağı barındırır ve bu olanağı açık hale getirmek hiçbir biçimde olağandışı değildir, hatta siyasi radikalliğini vurgulamak ona hak ettiği değeri vermenin en iyi yöntemidir. Aşağıda, Honneth'in tanınma etiğinin siyasi boyutlarını vurgulamadan önce terimin kavramsal ve uygulamalı anlamları açısından ana özelliklerini özetliyoruz.
|
20-) Kimlik diyalektiği
Stefan Gandler Özet: Aşağıdaki on savın bağlamı, ırkçılık, cinsiyetçilik ve varolmaksızın azınlıklar konumuna sahip olan toplumsal azınlık ya da gruplara karşı diğer baskı biçimleriyle mevcut yüzleşme çabalarıdır. Baskı altındaki her toplumsal özne için kendini savunma ve baskıyla mücadele hakkı yadsınamaz. Yine de arzulanan özgürleştirme arayışında betimlenen biçimler üzerinde bazı eleştirel gözlemler yapmak meşrudur. Toplumsal olarak “beyaz”, “erkek”, “Avrupalı” vb. olarak tanımlanan yazar bu savları, muhtemelen bu sıfatları nedeniyle sahip olabileceği toplumsal konumunu onaylamak için değil daha ziyade özgürleştirme arayışında kimlik ve ayrım kavramlarını kullanarak ima edilen bazı sınırlamalara işaret etmek için formülleştiriyor. |
21-)
Entelektüeller: yirmi birinci yüzyılda
tehlike altında bir tür mü
Steve Fuller Özet: Bu makale yirmi birinci yüzyılda entelektüellerin varlığını tehdit eden sorunları, geçmişte yıldızlarının parlamasını sağlayan ama yakın zamanlarda bu işlevi gittikçe azalan tarihsel ve kavramsal koşullar üzerine düşünerek incelemektedir. Birinci bölüm ilerici görünümlerine rağmen enetelektüellerin rolünün meşruiyetini azaltan çağdaş felsefi ve toplumsal düşüncelere ilişkin çok sayıdaki ip ucunu değerlendiriyor. Bu meşruiyet kaybının kökeni büyük oranda, aynı anda hem normatif hem de yönlendirilebilir fikirlerin (ideaların) varlığına dair bir kuşkuda bulunabilir. İkinci bölümde yirminci yüzyılda felsefe ve psikolojide anti-entelektüalizmin yükselişine ve özellikle ‘psikolojizm’ etrafında yapılan tartışmalara odaklanmaktadır. Üçüncü bölüm ise anti-entelektüalizmin en çekici ifadesini, yani görünmez-el düşüncesini ve onun on dokuzuncu yüzyılda istatistik, evrim ve epidemiyolojinin etkisiyle dönüşümünü incelemektedir. r. Sonuç bölümünde tartışmanın ip uçları, modern çağda enetellektüelliğin yükselişi ve düşüşünün tüm verilerini içeren bir çerçeveyle bir araya getiriliyor. Son olarak, şu aralar popüler olan ‘buluşsal (heuristics)’ kavramını yeniden yorumlayarak mevcut anti-entelektüalizm dalgasının önüne set çekmek için bir strateji sunuyorum.
|
22-) Günümüzde
uyumsuzculuk ne anlam taşıyor? neoliberallerin “ uyumsuzculuğun
sonu” söylemine yönelik eleştiri
Thomas Barfuss Özet: Uyumluluk ve bireycilik, çağdaşlaş(tır)ma ve çoğulculuk gibi ulamların, metafizik yüklü, propaganda amaçlı yada eksik kullanımı kavramsal kargaşalığa sürükledi; sosyoloji ve kültür bilimleri kavramın parlayan yüzeysel yapısını tarihsel olarak açıklamaya çalışmadan “bireyselleş(tir)menin” habercileri oldularsa da, kavramın netleşmesine az katkı sağlayabilirler. Eğer egemen uyumluluğu aslında reddetmesi gereken uyumsuzcu tutum, istemeden sözde uyumluluğun sonu söylemine güç katıyorsa, o zaman bugün hakkıyla uyumsuzculuk ne anlama gelebilir ki? Bu arada uyumsuzculuk ile bireycilik özdeş mi olurdu? Ya biz, ara sıra yüzeysel üslupla bildirildiği gibi, bu tarzla hepimiz uyumsuzcular mı yada “farklı olmanın uyumluları mı” olurduk? Tersine eğer uyumsuzcu, uyumluluğun sonu söylemini kabul etmek istemiyorsa, o zaman onun eleştirisi zorunlu olarak katı ahlak talep eden yeni muhafazakarların değirmenine su olmaz mıydı? Böylesi karışıklıkları çözümlemeyi ve giderilmelerine katkı sağlamayı, ancak kavram oluşturumunu egemen söylemin etki alanından uzak tutan düşünme umabilir, yeterince uzak olmalı ki onun akımına kapılmasın. Antonio Gramsci’nin kimi motiflerini yeniden irdeleyerek tasarımlamak, izleyen altbaşlıkların amacıdır. Bu altbaşlıklar, kavramların yoğunlaştığı alanda “dolaylı yol çoğu kez en uygun giriş olur” düşüncesine dayanıyor. |
23-)
Geleneksel ve modern felsefe 20. yüzyılda kuramsal radikalizmin yapı
birliği üzerine
Tilman Reitz Özet: Hangi tarihte başlatılırsa başlatılsın, felsefi modern çağın son biçimleri 20. yüzyılın ortalarında gelişmiştir. Varlık felsefesi, eleştiri kuramı ve analitik felsefede, entelektüel nitelikte gelenekselleşmiş olan her şeyi amaçlı bir biçimde ortadan kaldırmak isteyen bir hareket, felsefe çağcıllığının en uç noktadaki sonuçlarına ulaşmaktadır; günümüze değin bunu sadece klasik konumların yeniden canlanması, tarihsel malzemeyle kurulan bir oyun ya da tarihsel bilincin yok edilmesi izlemiştir. Sadece geleneğin yıkılması ulamıyla klasik modern alan doğal olarak ancak çok yetersiz düzeyde belirlenmiştir. Onun temsilcilerinin neredeyse sürekli olarak aşırı derecede politize edilmiş olması da aynı düzeyde belirleyici bir özelliktir (görülecektir ki bu, ilgili temsilcilerin tamamının sağ-sol yelpazesinin en dış kenarlarında konumlandırılmak zorunda olduğu anlamını taşımamaktadır). Bu durumun en belirgin biçimde ortaya çıktığı tarihsel durum, 1920 yıllarının Almanlarıyla somutlaşmaktadır. Bu dönemde aynı zamanda yüzyılın en etkili düşünürleri yetişmiştir: Heidegger, Adorno, Wittgenstein. Ama bu düşünürlerde politik itkiler, Schmitt ve Lukacs’ın savunduğu ifadeyle “yolu açan” öğeler, çeşitli biçimlerde kesik nitelikte görülmektedir. Metnin devamında, Weimar söyleminin politikleştirilmesinin ancak bu kesiklik temelinde eşdeğer nitelikte kavranması gerektiği savı geliştirilecektir. Klasik modern filozofların politik aşırıcılığı, ağırlıklı olarak politikanın bir felsefe radikalizmi tarafından işletildiği gerekçesiyle açıklanmaktadır; bu sürecin bir öğesi, politik programlara karşı sergilenen açık çekimserlik, sonucu ise felsefi politika karşıtlığıdır. |
24-)
Antik yunan felsefesinde ve genç marx’ın yazılarında materyalizm
Tony Burns Özet:Genç Marx’ın psikoloji sorununa karşı tutumu neydi? Daha açık bir şekilde, insan zihni ve onun beden ile ilişkisi karşısında tutumu neydi? Bu konunun yeterli şekilde üstesinden gelmek, Marx ile Feuerbach arasındaki ilişkinin incelenmesini ve aynı zamanda Aristoteles’in düşüncesi hakkında birtakım tartışmaları da gerektirir. Çünkü Feuerbach ve genç Marx’ın görüşleri (bazı bakımlardan) tamamiyle orijinal değildir. Daha çok, esas olarak Antik Yunan felsefesinden ve özellikle Aristoteles felsefesinden türeyen bir sürekliliği temsil ederler. Bilindiği gibi Aristoteles’in psikoloji sorununa ilişkin görüşleri çoğunlukla, kendi dönemindeki filozofların öğretilerinin bir eleştirisi yoluyla, De Anima adlı yapıtında açıklanır. W.H. Walsh kapsamlı incelemesinde Aristoteles’in görüşlerini bir yandan genellikle Platon’un idealizminden, diğer yandan ise Demokritos’un materyalizminden kaynaklanan tuzaklardan sakınan, üçüncü bir yaklaşım tarzı geliştirme girişimi olarak görür. Aristoteles’in kendi döneminin idealist ve materyalist düşünürleri ile ilişkisi ve Marx’ın 1840’ların başında karşı karşıya geldiği durum arasında bir benzerlik kurulabileceği iddia edilebilir. Tıpkı Aristoteles gibi Marx’da böyle üçüncü bir yaklaşım geliştirme girişiminde bulunuyor gibi görülebilir. Ayrım basitçe Marx açısından sorun olan idealizmin Platon’unkinden çok Hegel’in idealizmi; materyalizmin ise Demokritos’unkinden çok on sekizinci yüzyılın mekanik materyalizmi olmasıdır. Bu açık benzerlik, Marx’ın, konusu tam olarak Antik Yunan atomcuları Demokritos ve Epiküros’un materyalist felsefeleri olan doktora tezinin hazırlık çalışması sırasında ve sonrasında Aristoteles’in De Anima’sına neden büyük ilgi duyduğunu da açıklayabilir.
|