Postmoderni Tanımlamak [1] (1986)

Jean-Francois Lyotard

Çev. Metin Bal [2]

ANA SAYFA

“Postmodern” terimini çevreleyen birtakım problemlere –kesinlikle onları çözmek değil- işaret etmek amacıyla sadece birkaç gözlem yapmak istiyorum. Benim amacım tartışmayı kapatmak değil, fakat açmak, bazı karışıklıkları ve muğlaklıkları uzaklaştırarak mümkün olduğunca bu tartışmanın genişlemesine izin vermektir.

“Postmodern” terimi içinde ima edilen ve içerilen birçok tartışma vardır. Ben bunların üçünü ayırt edeceğim.

 

İlk olarak, mimari teorisinde bulunan, postmodernizm ve modernizm ya da Modern Hareket (1910-45) arasındaki karşıtlık. Paolo Portoghesi’ye (Dopo architettura moderna) göre, bir kırılma ya da kopuş söz konusudur, ve bu kopuş Öklitçi geometrinin hegemonyasının feshidir (ing. abrogation).  Bu fesih, örneğin, De Stijl (ing. style, tr. stil, biçem) adıyla bilinen akımın plastik şiirinde yüceltildi. Başka bir İtalyan mimar Victorio Grigotti’ye göre iki dönem arasındaki fark belkide daha ilgi çekici bir yarılma tarafından belirlenir.  Büyük çapta insanın özgürleşmesinin gerçekleştirilmesinde, artık mimari tasarı ve toplumsal-tarihsel ilerleme arasında hiçbir yakın bağ kalmamıştır. Postmodern mimari, kendisine miras kalan uzam içinde küçük dönüşümler çeşitliliğini üretmeye ve insanlık tarafından işgal edilen bütün uzamın son bir yeniden inşası tasarısını terk etmeye mahkum oldu. Bu anlamda, daha geniş bir alanda bir perspektif açıldı.

 

Dolayısıyla, postmodern insanın, ya da özel olarak postmodern mimarın gözü önünde artık bir evrenselleştirme ufku, genel bir özgürleşme ufku yoktur. Bu ilerleme fikrinin yönelimsellik (ing. intentionality) ve özgürlük içinde kaybolması postmodern mimariye özgü belirli bir ton (ing. tone), stil ya da tarzı açıklayacaktır. Bunun bir çeşit yaptakçılık (ing. bricolage) olduğunu söyleyeceğim: (klasiğe ya da moderne benzer) önceki stillere ya da dönemlere ait öğelerin yüksek kullanım sıklığı, çevrenin gözönüne alınmasından vazgeçilmesi, vb.

 

Bu özellik hakkında kısaca söz edecek olursam; “postmodernist” terimindeki “post-” bu durumda her biri açıkça tanımlanabilen dönemlerin basit bir ardıllığı (ing. succession), bir artsüremliliği (ing. diachrony) anlamında anlaşılmalıdır. Bir dönüştürme gibi bir şey, öncekinin ardından yeni bir yön. Bu kronoloji fikrinin bütünüyle modern olduğunu kabul etmeliyim. Bu kronoloji fikri Hıristiyanlığa, Karteryanizme, Jakobenciliğe aittir. Bütünüyle yeni bir şeye başlıyor olmamız nedeniyle, saatin ibrelerini sıfırlamak zorundayız. Modernite fikri şu prensibe sıkı sıkıya bağlıdır: gelenekten kopmak ve yeni bir yaşam ve düşünme tarzına başlamak olanaklı ve zorunludur. Bugün, bu “kopma”nın aslında geçmişi unutmanın ya da bastırmanın bir tarzı olduğunu kabul edebiliriz. Onu aşmak değil, onu tekrarlamak diyorum.

 

Eski mimarilere ait öğelerin yeni mimaride kullanılmaları benim için geçmiş yaşanmışlıkların kalıntılarının, Freud tarafından Düşlerin Yorumu’nda (Alm. Die Traumdeutung) tanımlandığı gibi, rüya yorumunda (ing. dream work) kullanılmalarıyla aynı işlem olarak görünmektedir. Tekrarlama ya da aynen kullanma, ironik olsun ya da olmasın, kinik (ing. cynical) olsun ya da olmasın, “trans-avantgardizm” (Achille Bonito Oliva) adı altında ya da neo-ekspresyonizm (tr.dışavurumculuk) adı altında, çağdaş resim sanatında baskın akımlarda görülebilir. Bu soruna üçüncü tartışma konumda geri döneceğim.

 

İkinci tartışma konusu. “Postmodern” teriminin ikinci bir yan anlamı, ve kabul ediyorum ki bu anlamın çağrıştırdığı yanlış anlama konusunda ben en azından kısmen sorumluyum.

 

Genel düşünce açıktır. Son iki yüzyıldır ilerleme fikrine duyulan güvenin bir çeşit zayıflamaya uğradığını söyleyebiliriz. Olanaklı, olası ya da zorunlu olduğu düşünülen bu ilerleme düşüncesi sanatların, teknolojinin, bilginin ve özgürlüğün gelişmesinin bir bütün olarak insanlık için yararlı olacağına duyulan kesinlikte köklenmiştir. Elbette, gelişme eksikliği tarafından – yoksul, işçi, cahil farketmez - açıkça mağdur duruma düşürülen özne olan bilme sorusu 19’uncu ve 20’nci yüzyıllar boyunca cevapsız kaldı. Özgürleşmesi için yardım edeceğimiz özne adı üzerinde liberaller, muhafazakarlar ve solcular arasında tartışmalar, hatta savaşlar gerçekleşti. Tüm bunlara rağmen, bütün bu taraflar, girişimlerin, keşiflerin ve kurumların ancak insanlığın özgürleşmesine katkıda bulundukları sürece meşru oldukları düşüncesini aynen  paylaştılar.

 

İki yüzyıl geçtikten sonra, biz karşıt olanı imleyen işaretlere (tr. im, ing. sign) daha duyarlıyız (ing. sensitive).

 

Kana susamış son iki yüzyılda ortaya çıkmış olan ekonomik ve politik liberalizm, ve de değişik Marksizmler insanlığa karşı işlenen suçlardan dolayı zan altındadırlar. Bizim kuşkumuzu örneklendirecek ve temellendirecek bir dizi özel isim (yer, kişi isimleri ve tarihler) listesi sıralayabiliriz. Theodor Adorno’yu izleyerek, Auschwitz adını deneysel konunun, yakın geçmiş zamanın malzemesinin, insanlığa kendisini özgürleştirmek için modern yardım iddiası bağlamında yersizliğine işaret etmek için kullandım. Evrensel bir özgürlüğe doğru giden (deneysel ya da kurgusal olsun) genel bir süreç içinde ne tür bir düşünce Auschwitz’i kendi içinde taşıyabilir (ing. sublate, Alm. Aufheben)? Öyleyse Zeitgeist (çağın zihniyeti, çağın tini) bir çeşit keder duymaktadır. Bu keder kendisini tepkisel ya da karşı eylemsel tutumlarla ya da ütopyalarla ifade edebilir, fakat asla yeni perspektifler öneren olumlu bir yönelimle ifade etmez.  

 

Teknik-bilimlerin gelişmesi hastalığa karşı savaşmanın değil, hastalığı artırmanın bir aracı olmuştur. Biz bu gelişmeyi artık eski ilerleme adıyla adlandıramayız. Bu gelişme kendi kendisine meydana geliyor, otonom bir kuvvet ya da ‘motrisite’[3] (ing. motricity) tarafından gerçekleştiriliyor görünmektedir. Bu gelişme insan ihtiyaçlarından kaynaklanan bir talebe cevap vermez. Tersine, (bireysel ya da toplumsal) insan varlıkları her zaman bu gelişmenin maddi sonuçları olduğu kadarıyla zihinsel sonuçları tarafından da zayıflatılırlar. İnsanlığın pratiğin ve düşüncenin yeni hedeflerini toplama süreci peşinde gider durumda olduğunu söyleyeceğim. Benim görüşüme göre bu karmaşıklaştırma sürecinin nedenini belirlemek gerçek ve bulanık bir sorudur. Bu daha da karmaşık bir duruma doğru yönelmiş bir yazgı gibidir. Canlı varolanlar ve hatta toplumsal varolanlar olma durumumuzdan kaynaklanan güvenlik, aidiyet ve mutluluk taleplerimiz her nesneyi karmaşıklaştırmak, dolayımlamak, kaydetmek ve birleştirmek ve bu nesnelerin ölçeğini değiştirmek için bu tarz yükümlülük karşısında bugün yersiz görünürler. Bizler Gulliver[4] gibi teknik-bilimsel bir dünyadayız: bazen çok büyük, bazen çok küçük, asla aynı ölçeğe uymayan. Sonuçta, genel olarak, yalınlık hakkı bugün için barbarlara ait görünür.

Buradan hareketle, insanlığın iki kısıma ayrıldığını düşünmek gerekli olacaktır: bir kısmı karmaşıklığın karşı koyuşuyla karşılaşır; diğer kısım ise eski korkunç görev olan yaşamda kalma ile karşılaşır. Bu (kural olarak, bütün insanlık için geçerli olmuş olan) modern tasarının hatasının temel bir özelliğidir.

 

Üçüncü tartışma daha karmaşıktır, ve olabildiğince kısa bir şekilde sunacağım. Postmodernite sorusu aynı zamanda düşüncenin ifadeleri sorusudur: sanat, edebiyat,  felsefe, politika. Biliyorsunuz ki, örneğin sanat alanında ve daha özelde plastik sanatlarda, baskın düşünce büyük avant-gardizm akımının artık eskide kaldığıdır. Eskimiş bir modernitenin ifadesi olarak değerlendirilen Avant-gardelara gülmek konusunda genel bir uzlaşım var gibi görünmektedir. Ben avant-garde terimini, onun askeri güçle ilgili yan anlamlara sahip olması yüzünden, başka birinin sevdiğinden daha fazla sevmiyorum. Buna rağmen, şunu kabul etmem gerekecektir ki resimdeki avant-gardçılık süreci gerçekte modernitede ima edilen önvarsayımların uzun, iddialı ve son derece güvenilir bir araştırmasıydı. Manet’den Duchamp’a ya da Barnett Newman’a kadar ressamların yapıtını anlamak için doğru yaklaşım onların yapıtını psikoanalitik terapide yeralan hatırlama (ing. anamnesis[5]) ile karşılaştırmaktır. Hastanın daha imgesel, somut olmayan, ilişiksiz parçaları geçmişteki durumlarla serbest çağrıştırması yoluyla kendi çektiği derdin detaylarına inmesine ve böylece kendi hayatının gizli anlamlarını keşfetmesine benzer olarak, Cézanne’ın, Picasso’nun, Delaunay’ın, Kandinsky’in, Klee’nin, Mondrian’ın, Malevitch’in ve son olarak Duchamp’ın yapıtlarını modernite tarafından kendi üzerine uygulanan –Freud’un Durcharbeitung dediği- bir çözüm işlemi (ing. working through) olarak düşünebiliriz. Eğer bu sorumluluğu bırakacak olursak, hiçbir değişiklik olmaksızın, modern nevrozları, Batılı şizofreniyi, paranoyayı vb. tekrarlamaya mahkum olacağımız kesindir. Bunu kabul ettiğimizde, postmodernitenin “post-”u “geri gelme” ya da “canlandırma” (ing. flashing back), “geri besleme” (ing. feeding back) süreci anlamına değil, “çözümleme”, “hatırlama” (ing. ana-mnesing), “düşünüm” süreci anlamına gelir.


 

[1] Çevirmenin Notu (Ç.N.): Bu metin 20 Mayıs 2009’da Dicle Üniversitesi Felsefe Kulübü’nün gerçekleştireceği Felsefe Tarihinde “Özne Problemi” Seminerleri’nin dördüncü kısmını oluşturan Postmodernizm başlıklı oturumuna (Konuşmacılar: Ebru Karakoç, Dilnur Kılıç, Sema Sökmen, Hüseyin Üngür) hazırlık amacıyla Türkçeye çevrilmiştir. Bu metnin aslı Fransızcadır. Türkçeye İngilizceden çevrilmiştir. İngilizceye Çeviren David Richter. Bu metnin İngilizcesi –“Defining the Postmodern”- için şu web sayfasına bakınız: http://qcpages.qc.edu/ENGLISH/Staff/richter/Lyotard.htm

[2] Adıyaman Üniversitesi, Felsefe Bölümü öğretim üyesi. Elektronik Posta Adresi: balmetin@gmail.com

[3] Ç.N. İng. motricity: yapının bütünlüğü içinde işlev kazanan hareket, örneğin kas hareketi.

[4] Ç.N.Jonathan Swift’in yazdığı Güliver’in Seyehatleri (İng. Gulliver’s Travels) (1726) romanının kahramanı.

[5] Ç.N.Grekçe ‘anamnesis’  ‘hatırlama’ anlamına gelir. Ana+mimneskesthai: zihne çağırmak, hatırlamak.

 

ANA SAYFA