“Tuhaf Üçgen: Kant, Nietzsche ve Freud”,

V. Bölüm”, Zoraki Filozof Freud, Alfred I. Tauber. Çev. Metin Bal, Pınar Talaslıoğlu ve Büke Okyay.

 

Bu yazının tamamı için bkz. Bibliotech, Felsefe, Sosyal Bilimler Dergisi, 2012, 15 Şubat-15 Nisan, Sayı: 16, Yıl: 5, ss. 32-47.

 

 

 

 

Tuhaf Üçgen: Kant, Nietzsche ve Freud[1]

Alfred Tauber

Çev. Metin Bal[2], Pınar Talaslıoğlu[3] ve Büke Okyay[4]

 

Bibliotech, Felsefe, Sosyal Bilimler Dergisi, 2012, 15 Şubat-15 Nisan, Sayı: 16, Yıl: 5, ss. 32-47.

 

Kişiye ait kendi hakkında bir bilinç ve öteki şeylere ait bir bilinç, gerçekte, bize dolayımsız olarak verilirler, ve bu ikisi temelden farklı öyle bir yolda verilidirler ki başka hiçbir fark bununla karşılaştırılamaz. Herkes kendisi hakkında doğrudan bilir, diğer herşey hakkında yalnızca epey dolayımlı olarak bilir. Bu, bir olgu ve bir problemdir. – Arthur Schopenhauer (1969[5][6], 2: 192)

 

Augustinus’dan bizim çağımıza kadar, içgözlem [introspection] “özbilinçten” ayrılamaz. Bunun yanında, içgözlem kendilik [selfhood] hakkındaki çeşitli anlayışlar için bütünleyici, ve bir anlamda, bunlarla benzer özellikler gösterir. Açıkça, özbilinç öz-düşünümsellik [self-reflexivity] yoluyla harekete geçirilir ve özdeşlik, öz-farkındalığın bu sürecinde ortaya çıkar. Fakat, düşünümsellik sözcüğünün daha sınırlandırılmış bir tarihi vardır. Düşünümsellik, optik bilimi ve yeni bir ışık fiziğinin doğuşuna rastlayan erken modern dönemde “kendi”yi [the self] anlamanın bir paradigması olarak görünür. “Kendisi üzerine geri dönerek eğilen düşünce” anlamında “düşünümsellik”, ilk kez 1640’lı yıllarda bilişsel içgözleme uygulandı. Bu uygulama, bilinci, belirli bir noktada “durana” kadar sürecek şekilde, dünyaya yeniden yönlendirmek için kendi kişisel içgözlemsel araştırmalarına girişen teologlar, filozoflar ve şairler tarafından gerçekleştirildi.

Modern “kendi”, felsefede resmi olarak Descartes’ın, zihinsel durumların “kendiyle-özdeşliğin” [self-identity] temellerini oluşturduğu fikrini şekillendiren nihai “düşünüyorum o halde varım” [cogito ergo sum] düşüncesiyle ortaya çıkar. Gerçekliğin kendisinin varoluşu, “bilen” bir failin kabul edilmesine ve onun gerçek özelliğine bağlı olduğu için, kendi [the self] hakkındaki Kartezyen anlayış epistemolojik skeptisizme karşı bir savunu sağlar. Descartes kendini-keşfedişinin görkemli yalnızlığı içinde, öz-sorgulama yoluyla kuşkuyu giderir ve öz-bilinci kendiliğin olmazsa olmaz şartı haline getirir. Descartes’in “düşünen şey”i, onun için, gerçekte düşünen bir şeydi. “Bir kendi”, dünyayı bilebilecek bir ego [benlik] hakkındaki bu belirleme, Descartes’ın ve bu formülasyonu izleyen ya da karşı çıkan herkesin felsefesinin temelini oluşturur. Örneğin, Descartes’ın temel bir çekirdek-kendi nosyonu, Locke ve Leibniz’in birbirinden farklı felsefeleri tarafından desteklendi. Bir kişinin algısı olarak ya da “içimizde”ki bir şeye dikkat etme olarak “düşünüm”, Locke ve Leibniz’in herbirine özgü epistemolojileri büyük ölçüde biçimlendirir. Başka bir deyişle, Kartezyen sistemden ne kadar farklı olurlarsa olsunlar herbiri, bilen bir varlık hakkında ayrı bir tanıma dayanır.

            Bu kavramsal gelenek, yirminci yüzyılda felsefenin fenomenolojik araştırmaları ve psikolojinin içgözlemsel keşifleri ile epey devam etmiştir. Örneğin, Wundt, James, Brentano ve elbette, Freud. Eğer felsefe okullarının zaferleri olsaydı, temel Kartezyen model, hâlâ, kendilikle ilgili halk inançları üzerinde güçlü bir şekilde baskın olurdu. Sağduyu, düşünümselliğin, dünyaya yön veren ve bağlı bir özne olarak duygularını ve kendi çevresini deneyimleyen içsel bir kendiyle-özdeş varlık ortaya çıkardığını ileri sürer. Kısaca, ben bir kendiyim, sen bir kendisin, toplumsal dünya kendilerden oluşur. Buna uygun olarak, kişisel düşünceyi, izlenimleri ve duyguları düşünümsel öz-inceleme yoluyla derinlemesine araştırmakla, kişi, ele geçmez olmasına rağmen, kim olduğumuzla ilgili olarak birtakım içsel özler yakalamamız için yeterli olan özel bir ego duyumsar. Kısaca, kendinden-sorumlu, düşünülmüş seçimler ve eylemler bağlamında ahlaki eylemi de belirleyen özbilinç, kendi başına, kendilik [selfhood] için sağduyusal ölçütleri temellendirir ve böylece onları sağlamış da olur. Herşeye rağmen, eğer öz-bilinç kişiliğin temeli olacaksa ve böylece zihni, dünyadan ayrı olarak biliyorsak, işte bu ayırım, dünyada kişinin kendisinin seçtiği eylemi kökten bir şekilde kişinin kendisine ait kılar. Bu anlam içinde, bir “zihin”in bütün bakımlardan dünya içindeki kendi gidişatına karar verdiği, Kartezyen kendilik metafiziğinden özgür istencin sıradan anlamı ortaya çıkar. Bu zihin-beden inşasının ardından ortaya çıkan psikoloji, psikoloji felsefesinin evriminin haritasını çizer. Freud bile Descartes’ın temel ikiye ayırmasına bağlıdır: kendi orijinal fizyolojisi içinde, beyin-durumlarının kuvvetleri ve içgüdüleri olarak betimlenen bilinçdışı ruh (Beden) (Freud 1955[7]) Kartezyen zihni temsil eden ussal, derin düşünceye dalmış, yorumlayıcı ego ile karşılaştırılır. Bu, çözümleyen kimsenin seslendiği ve çözümlenen kimsenin, onun kendisine ait kişi olarak tanıdığı egodur.

Derinlemesine araştırıldığı onyedinci yüzyılın ortasında, kendi [the self] hiçbir yerde bulunmuyordu. Hume’a göre, bir kendiyi tanımlamaya, yalnızca, biraraya toplanmış ve psikolojik olarak tutarlı olan geçici algılar yeterlidirler. Hume, böylece, Kartezyen formülasyonu zayıflatır. Eğer “bir kendi” varolmasaydı, bilgi ve ahlakı dolayımlayan “kendi” ya da “ego” olarak gönderme yaptığımız kişi faili nedir? Kant “ego”nun, bir varlık olarak, ne gözlenebilir nede bilinebilir olduğunu kabul etti. Bunun yerine, kendi, deneyimin öznesi ve bütün tasarımlamaların bir önvarsayımıdır. “ ‘Ben’e yüklenen herşey, kendiliğinden, Ben’in kendisi değil fakat Ben’in bir yüklemi ya da nesnesidir.” (Inwood 1992, 121) Böylece Kant, farklı bir perspektivden ve farklı nedenlerle olmasına rağmen, “kendi”nin yerini belirleyemez. Ona göre, öz-bilincin düşünümselliği, temel olarak, benliğin dünyanın tümünü araştırmasından farksızdır. Böylece, ego bir nesne olarak gözlendiğinde, Kant onun bir doğal nesne olacağını düşünür. İşte burada, bu gelenek içinde temellenen Freud’a ait formülasyonu açmaya başlamalıyız.


 

[1] Ç.N. “V. Bölüm”, Tauber, I. Alfred (2010) Freud The Reluctant Philosopher [Zoraki Filozof Freud], Princeton: Princeton University Press, ss. 146-173.

[2] Doç. Dr. Metin Bal, Felsefe Bölümü, Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Tınaztepe Yerleşkesi, Öğretim Üyeleri Binası (eski PDÖ binası), kat: 3, oda no: 328, PK: 35260 , İzmir, Türkiye, Cep tel: 0506 536 00 30, Uni. oda Tel: ++ 90 (232) 412 79 03  - Oda dahili no: 19411, Fax: ++ 90 (232) 453 90 93.

E-Posta: balmetin@gmail.com , Web: www.metinbal.net

[3] Felsefeci psikolog (Endüstri ve Örgüt Psikolojisi uzmanı)

[4] Felsefeci psikolog (Endüstri ve Örgüt Psikolojisi uzmanı)

[5] The World as Will and Representation [İstenç ve Tasarım Olarak Dünya] 1819. 2 vols. Trans. E.F.J. Payne. New York: Dover.

[6] Ç.N. Schopenhauer’in İstenç ve Tasarımlama Olarak Dünya yapıtı ilk olarak 1818 yılında yayınlanmıştır. Tauber bu yapıtın 1969 baskısına gönderme yapmaktadır. Bu metinde Tauber, eserlere yaptığı göndermeleri, bu eserlerin ilk yayım yıllarını gözönüne alarak değil, fakat kendi kullandığı eser kopyalarının baskı yılına göre yapmaktadır.

[7] Freud, Project for a Scientific Psychology [Bilimsel Bir Psikoloji Tasarısı] 1895. Stanford Edition, 1: 295-387.

 

YAZININ DEVAMI İÇİN : Bibliotech, Felsefe, Sosyal Bilimler Dergisi, 2012, 15 Şubat-15 Nisan, Sayı: 16, Yıl: 5, ss. 32-47.

 

ANA SAYFA

 

Metin Bal, Doç. Dr.,    balmetin@gmail.com

Felsefe Bölümü, Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Tınaztepe Yerleşkesi, Öğretim Üyeleri Binası (eski PDÖ binası), kat: 3, oda no: 328, PK: 35260 , İzmir, Türkiye, Cep tel: 0506 536 00 30, Uni. oda Tel: ++ 90 (232) 412 79 03  - Oda dahili no: 19411, Fax: ++ 90 (232) 453 90 93.

Ana Sayfa
   
 
   
 
   
 
   
 
   
 
 
 
   
   
   
 

Ana Sayfa

   
   
   
   
 
   
   
   
ANA SAYFA

ANA SAYFA