Postmoderni Tanımlamak [1] (1986) Jean-Francois Lyotard, Türkçeye Çeviren Metin Bal [2] (Bu çeviri yazıyı yayınlanmış halde okumak için lütfen tıklayınız) "Postmoderni Tanımlamak (1986)", Jean-Francois Lyotard. Afşar Timuçin'e Armağan, Editörler: Çetin Veysal & Zehragül Aşkın, 2010, Etik Yayınları, İstanbul. ss. 453-456. |
‘Postmodern’ terimini çevreleyen birtakım problemlere –kesinlikle onları çözmek (ing. resolve) değil- işaret etmek amacıyla sadece birkaç gözlem yapmak istiyorum. Benim amacım tartışmayı kapatmak değil, fakat açmak, bazı karışıklıkları (ing. confusions) ve muğlaklıkları (ing. ambiguities) uzaklaştırarak mümkün olduğunca bu tartışmanın genişlemesine izin vermektir. ‘Postmodern’ terimi içinde ima edilen (ing. imply) ve içerilen (ing. implicate) birçok tartışma vardır. Ben bunların üçünü ayırt edeceğim (ing. distinguish).
İlk olarak, mimari teorisinde bulunan, postmodernizm ve modernizm ya da Modern Hareket (1910-45) arasındaki karşıtlık. Paolo Portoghesi’ye (Dopo architettura moderna) göre, bir kırılma ya da kopuş söz konusudur, ve bu kopuş Öklitçi geometrinin hegemonyasının feshidir (ing. abrogation). Bu fesih, örneğin, De Stijl (ing. style, tr. stil, biçem) adıyla olarak bilinen akımın plastik şiirinde yüceltildi. Başka bir İtalyan mimar Victorio Grigotti’ye göre iki dönem arasındaki fark belkide daha ilgi çekici bir yarılma tarafından belirlenir. Büyük çapta insanın özgürleşmesinin gerçekleştirilmesinde, artık mimari tasarı ve toplumsal-tarihsel ilerleme (ing. progress) arasında hiçbir yakın bağ kalmamıştır. Postmodern mimari kendisine miras kalan uzam içinde küçük dönüşümler çeşitliliğini üretmeye ve insanlık tarafından işgal edilen bütün uzamın son bir yeniden inşası tasarısını terk etmeye mahkum oldu. Bu anlamda, daha geniş bir alanda bir perspektiv açıldı.
Dolayısıyla, postmodern insanın, ya da özel olarak postmodern mimarın gözü önünde artık bir evrenselleştirme (ing. universalization) ufku, genel bir özgürleşme (ing. emancipation) ufku yoktur. Bu ilerleme fikrinin yönelimsellik (ing. intentionality) ve özgürlük içinde kaybolması postmodern mimariye özgü belirli bir ton (ing. tone), stil ya da tarzı (ing. modus) açıklayacaktır. Bunun bir çeşit yaptakçılık (ing. bricolage) olduğunu söyleyeceğim: (klasiğe ya da moderne benzer) önceki stillere ya da dönemlere ait öğelerin yüksek kullanım sıklığı, çevrenin gözönüne alınmasından vazgeçilmesi, vb.
Bu özellik hakkında kısaca söz edecek olursam; ‘postmodernist’ terimindeki ‘post-’ bu durumda her biri açıkça tanımlanabilen dönemlerin basit bir ardıllığı (ing. succession), bir artsüremliliği (ing. diachrony) anlamında anlaşılmalıdır. Bir dönüştürme (ing. conversion) gibi bir şey, öncekinin ardından yeni bir yön. Bu kronoloji fikrinin bütünüyle modern olduğunu kabul etmeliyim. Bu kronoloji fikri Hıristiyanlığa, Karteryanizme, Jakobenciliğe aittir. Bütünüyle yeni bir şeye başlıyor olmamız nedeniyle, saatin ibrelerini sıfırlamak zorundayız. Modernite fikri şu prensibe sıkı sıkıya bağlıdır: gelenekten kopmak ve yeni bir yaşam ve düşünme tarzına başlamak olanaklı ve zorunludur. Bugün, bu ‘kopma’nın aslında geçmişi unutmanın ya da bastırmanın bir tarzı olduğunu kabul edebiliriz. Onu aşmak (ing. overcoming) değil, onu tekrarlamak (ing. repeating) diyorum.
Eski mimarilere ait öğelerin yeni mimaride kullanılmaları benim için geçmiş yaşanmışlıkların kalıntılarının, Freud tarafından Düşlerin Yorumu’nda (Alm. Die Traumdeutung) tanımlandığı gibi, rüya yorumunda (ing. dream work) kullanılmalarıyla aynı işlem (ing. procedure) olarak görünmektedir. Tekrarlama ya da aynen kullanma, ironik olsun ya da olmasın, kinik (ing. cynical) olsun ya da olmasın, ‘trans-avantgardizm’ (Achille Bonito Oliva) adı altında ya da neo-ekspresyonizm (tr.dışavurumculuk) adı altında, çağdaş resim sanatında baskın akımlarda görülebilir. Bu soruna üçüncü tartışma konumda geri döneceğim.
İkinci tartışma konusu. ‘Postmodern’ teriminin ikinci bir yan anlamı, ve kabul ediyorum ki bu anlamın çağrıştırdığı yanlış anlama konusunda ben en azından kısmen sorumluyum.
Genel düşünce açıktır. Son iki yüzyıldır ilerleme fikrine duyulan güvenin bir çeşit zayıflamaya uğradığını söyleyebiliriz. Olanaklı (ing. possible), olası (ing. probable) ya da zorunlu (ing. necessary) olduğu düşünülen bu ilerleme düşüncesi sanatların, teknolojinin, bilginin ve özgürlüğün gelişmesinin (ing. development) bir bütün olarak insanlık için yararlı (ing. profitable) olacağına duyulan kesinlikte (ing. certainty) köklenmiştir. Elbette, gelişme eksikliği tarafından – yoksul, işçi, cahil farketmez - açıkça mağdur duruma düşürülen özne olan bilme sorusu 19’uncu ve 20’nci yüzyıllar boyunca cevapsız kaldı. Özgürleşmesi için yardım edeceğimiz özne adı üzerinde liberaller, muhafazakarlar (ing. conservatives) ve solcular (ing. leftists) arasında tartışmalar (ing. disputes), hatta savaşlar gerçekleşti. Tüm bunlara rağmen, bütün bu taraflar, girişimlerin, keşiflerin ve kurumların ancak insanlığın özgürleşmesine katkıda bulundukları sürece meşru oldukları düşüncesini aynen paylaştılar.
İki yüzyıl geçtikten sonra, biz karşıt olanı imleyen işaretlere (tr. im, ing. sign) daha duyarlıyız (ing. sensitive).
Kana susamış (ing. sanguinary) son iki yüzyılda ortaya çıkmış olan ekonomik ve politik liberalizm, ve de değişik Marksizmler insanlığa karşı işlenen suçlardan dolayı zan altındadırlar. Bizim kuşkumuzu örneklendirecek ve temellendirecek bir dizi özel isim (yer, kişi isimleri ve tarihler) listesi sıralayabiliriz. Theodor Adorno’yu izleyerek, Auschwitz adını deneysel konunun, yakın geçmiş zamanın malzemesinin, insanlığa kendisini özgürleştirmek için modern yardım iddiası bağlamında yersizliğine (ing. irrelevance) işaret etmek için kullandım. Evrensel bir özgürlüğe doğru giden (deneysel ya da kurgusal olsun) genel bir süreç içinde ne tür bir düşünce Auschwitz’i kendi içinde taşıyabilir (ing. sublate, Alm. Aufheben)? Öyleyse Zeitgeist (çağın zihniyeti, çağın tini) bir çeşit keder duymaktadır. Bu keder kendisini tepkisel ya da karşı eylemsel tutumlarla ya da ütopyalarla ifade edebilir, fakat asla yeni perspektivler öneren olumlu bir yönelimle ifade etmez.
Teknik-bilimlerin gelişmesi hastalıkla savaşmanın değil, hastalığı artırmanın bir aracı olmuştur. Biz bu gelişmeyi artık eski ilerleme adıyla adlandıramayız. Bu gelişme kendi kendisine meydana geliyor, otonom bir kuvvet ya da ‘motrisite’[3] (ing. motricity) tarafından gerçekleştiriliyor görünmektedir. Bu gelişme insan ihtiyaçlarından kaynaklanan bir talebe cevap vermez. Tersine, (bireysel ya da toplumsal) insan varlıkları her zaman bu gelişmenin maddi sonuçları olduğu kadarıyla zihinsel sonuçları tarafından da zayıflatılırlar (ing. destabilized). İnsanlığın pratiğin ve düşüncenin yeni hedeflerini toplama süreci peşinde gider durumda olduğunu söyleyeceğim. Benim görüşüme göre bu karmaşıklaştırma (ing. complexification) sürecinin nedenini belirlemek gerçek ve bulanık bir sorudur. Bu daha da karmaşık bir duruma doğru yönelmiş bir yazgı (ing. destiny) gibidir. Canlı varolanlar ve hatta toplumsal varolanlar olma durumumuzdan kaynaklanan güvenlik, aidiyet ve mutluluk taleplerimiz her nesneyi karmaşıklaştırmak, dolayımlamak, kaydetmek ve birleştirmek ve bu nesnelerin ölçeğini (ing. scale) değiştirmek için bu tarz yükümlülük (ing. obligation) karşısında bugün yersiz (ing. irrelevant) görünürler. Bizler Gulliver[4] gibi teknik-bilimsel bir dünyadayız: bazen çok büyük, bazen çok küçük, asla aynı ölçeğe uymayan. Sonuçta, genel olarak, yalınlık hakkı bugün için barbarlara ait görünür. Buradan hareketle, insanlığın iki kısıma ayrıldığını düşünmek gerekli olacaktır: bir kısmı karmaşıklığın karşı koyuşuyla karşılaşır; diğer kısım ise eski korkunç görev olan yaşamda kalma ile karşılaşır. Bu (kural olarak, bütün insanlık için geçerli olmuş olan) modern tasarının hatasının temel bir özelliğidir.
Üçüncü tartışma daha karmaşıktır, ve olabildiğince kısa bir şekilde sunacağım. Postmodernite sorusu aynı zamanda düşüncenin ifadeleri sorusudur: sanat, edebiyat, felsefe, politika. Biliyorsunuz ki, örneğin sanat alanında ve daha özelde plastik sanatlarda, baskın düşünce büyük avant-gardizm akımının artık eskide kaldığıdır. Eskimiş bir modernitenin ifadesi olarak değerlendirilen Avant-gardelara gülmek konusunda genel bir uzlaşım var gibi görünmektedir. Ben avant-garde terimini, onun askeri güçle (ing. militar) ilgili yan anlamlara sahip olması yüzünden, başka birinin sevdiğinden daha fazla sevmiyorum. Buna rağmen, şunu kabul etmem gerekecektir ki resimdeki avant-gardçılık süreci gerçekte modernitede ima edilen önvarsayımların uzun, iddialı ve son derece güvenilir bir araştırmasıydı. Manet’den Duchamp’a ya da Barnett Newman’a kadar ressamların yapıtını anlamak için doğru yaklaşım onların yapıtını psikoanalitik terapide yeralan hatırlama (ing. anamnesis[5]) ile karşılaştırmaktır. Hastanın daha imgesel, somut olmayan (ing. immaterial), ilişiksiz parçaları geçmişteki durumlarla serbest çağrıştırması yoluyla kendi çektiği derdin detaylarına inmesine ve böylece kendi hayatının gizli anlamlarını keşfetmesine benzer olarak, Cezanne’ın, Picasso’nun, Delaunay’ın, Kandinsky’in, Klee’nin, Mondrian’ın, Malevitch’in ve son olarak Duchamp’ın yapıtlarını modernite tarafından kendi üzerine uygulanan –Freud’un Durcharbeitung dediği- bir çözüm işlemi (ing. working through) olarak düşünebiliriz. Eğer bu sorumluluğu bırakacak olursak, hiçbir değişiklik olmaksızın, modern nevrozları, Batılı şizofreniyi, paranoyayı vb. tekrarlamaya mahkum olacağımız kesindir. Bunu kabul ettiğimizde, postmodernitenin ‘post-’u ‘geri gelme’ ya da ‘canlandırma’ (ing. flashing back), ‘geri besleme’ (ing. feeding back) süreci anlamına değil, ‘çözümleme’, ‘hatırlama’ (ing. ana-mnesing), ‘düşünüm’ süreci anlamına gelir. [1] Çevirmenin Notu (Ç.N.): Bu metnin aslı Fransızcadır. Türkçeye İngilizceden çevrilmiştir. Bu çeviri Dicle Üniversitesi Felsefe Topluluğu'nun düzenlediği "Özne" konulu Felsefe Seminerleri'nin Postmodernizm Tartışma Gurubu ( Ebru Karakoç, Dilnur Kılıç, Sema Sökmen, Hüseyin Üngür ) için 10 Şubat 2009 tarihinde çevrilmiştir. İngilizceye Çeviren David Richter. Bu metnin İngilizcesi – Defining the Postmodern - için şu web sayfasına bakınız: http://qcpages.qc.edu/ENGLISH/Staff/richter/Lyotard.htm [2] Doç. Dr., ADÜ, Fen-Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, Elektronik Posta Adresi: balmetin@gmail.com [3] Ç.N. İng. motricity: yapının bütünlüğü içinde işlev kazanan hareket, örneğin kas hareketi. [4] Ç.N.Jonathan Swift’in yazdığı Güliver’in Seyehatleri (İng. Gulliver’s Travels) (1726) romanının kahramanı. [5] Ç.N.Grekçe ‘anamnesis’ ‘hatırlama’ anlamına gelir. Ana+mimneskesthai: zihne çağırmak, hatırlamak.
|
Postmodernizm Sözlüğü Dicle Üniversitesi Felsefe Kulübü ve Felsefe Bölümü Felsefe Tarihinde “Özne Problemi” Seminerleri’, V’nci Oturum 20 Mayıs 2009 Hazırlayanlar: Ebru Karakoç, Sema Sökmen, Dilnur Kılıç, Hüseyin Üngür, Metin Bal. |
Akıl: İng. Reason, Alm: Vernunft : us. Anlak: (ing. understanding, Alm. Verstand). anlama yetisi. Anlıksal: Zihinsel. Artsürem (diakronik): Zaman içinde bir öğenin yerine bir başka öğenin geçmesidir. Biçimsel koşul: Foucault’ya göre: görüngüsel olan. Görüntüyle aklın birleşimiyle ortaya çıkan biçim. Biyoiktidar: Foucault’ya göre: bedenlerin zaptedilmesini ve nüfusun kontrol edilmesini başarmak için çeşitli tekniklerin uygulanışındaki bir patlama aracılığıyla düzenleme pratiğine işaret eden bir terimdir. Örnek: sağlığın, ailenin, normalliğin düzenlenmesi. Bricolage: yaptakçılık. Dekonstrüksiyon: Yapıbozum, yapıçözüm, yapısöküm. 20’nci yüzyılın üçüncü çeyreğinde Fransız filozof Jacques Derrida tarafından kurulmuştur. De-limitation: Sınır parçalanması Différance: ayıram. Derrida’nın öne sürdüğü yeni bir terimdir. Difference (İng.): ayrım, fark. Differer: İki anlamı vardır. Birincisi erteleme ya da sonraya bırakma, öteki anlamı özdeş olmama, başka, ayırt edilebilir olmadır. Dil Oyunları: Lyotard’a göre: postmodern bilimin yöntemi. Dizelge: Saussure’e göre: dili bir adlar dizini olarak niteleyen düşünce. Dizge: Sistem. Dream work: düş yorumu. Almanca: Traumdeutung. Ekspresyonizm (Dışavurumculuk, ifadecilik): 20.yy’ın başında Empresyonizme tepki olarak doğmuştur. İnsanın iç duygularını anlatmaya önem veren bir akımdır. Almanya’da bu akım özellikle Naturalizmin doğayı olduğu gibi kopya eden tutumuna ve İzlenimciliğin dış dünyaya bağlılığına bir tepkidir. Empresyonizm (İzlenimcilik): 19 yy’ın sonlarında Fransa’da doğan sanat akımı. Dış dünyanın sanatçıda bıraktığı izlenimleri anlamayı amaçlamıştır. Monet, Cézanne, Rilke vb. Dış dünyayı olduğu gibi değil de algıladıkları biçimde anlatmayı amaçlamışlar. Eşsürem (senkronik): Zamandaş öğeler arasındaki bağıntıdır Etnosentrik: Etnik-merkezli Fenomen: görüngü. Fonetik: sessel. Fonoloji: dillerin ses sistemlerini araştıran bilim dalı. Fonosentrik: Ses-merkezli Fütürizm (Gelecekçilik): 20 yy’ın başlarında İtalya’da doğmuştur. Kurucusu İtalyan şairi Marinetti’dir. Fütürizm yaşamdaki sürekli değişimin ve teknolojik biçim alan dünyanın sanata da yansıması gerektiğini düşünür. Ressam Carlo Carrà, Gino Severini, Giacomo Balla, heykeltraş Umberto Boccioni. Fütüroloji: gelecekbilim. Gnothi southon: Grekçe “Kendini bil” (İng. “know yourself’) Gösteren: imleyen. Gösterge: Bir şeyi belirtmeye yarayan şey, belirti, im, işaret. Grammatoloji: Derrida’ya göre yazıbilim. Gramme: Yazı. Gramatoloji’nin en küçük birimini ifade eder. Helosentrik: güneş merkezcil. Hermeneutik (yorumbilgisi): Hermeneutik adı, Grek mitolojisinden tanrı Hermes’ten gelir. Tanrıların habercisidir. Yorumbilgisinin kurucusu Schleiermacher ve Dilthey’dir. 20’nci yy’daki temsilcisi Gadamer’dir. Genel olarak insanın eylemlerinin, sözlerinin, yarattığı ürünlerin ve kurumların anlamını kavrama ve yorumlama sanatı. Heterojen: farklı öğelerin birbirlerine karışmadan biraradalığı. Hipergerçek: Baudrillard’a göre: bir gerçeğin tüm yönlerini en iyi şekilde taşıyan imge. Holism: bütünlükçülük. Homojen: farklı öğelerin tek bir öğede eritilmesi. Homoloji: benzeşim. Kerigma: Dua ya da İsa’nın bildirileri. Kerigmatik: Dualarla ve İsa’nın bildirisiyle ilgili olan. Kökenbilim: (ing. Geneology). Foucault “kökenbilim”den “arkeoloji” olarak da söz eder. Foucault’ya göre: tarih aracılığıyla insanların ve toplumun gelişimini tarihsel boyutuyla, arşivsel olarak inceleyen bilimdir. Bu bilim özneyi incelerken onu yapılandıran bilginin, söylemlerin, nesne alanlarının nasıl kurulduğunun çok yönlü bir dökümünü yapar. Kübizm: 20 yy başlarında Empresyonizme tepki olarak doğmuştur. Pablo Picasso ve Georges Braque tarafından kurulmuştur. Dış dünyadaki nesnelerin yalnız görünen değil görünmeyen taraflarını da göstermeye çalışır. Nesnelerin tek bir bakış açısından betimlenmesine karşı bir çok bakış açısından farklı betimlenişler aynı yüzeyde anlatılırlar. Nesneler soyut bir form içinde çözülür ve parçalanırlar. Bütünlüklü bir derinlik algısını kırarak rasgele açılar kullanılır. Le’gramme: Derrida’ya göre: dokusal yada metinsel birim. (Derrida ile ilgili yazı için tıklayınız) Linguistik: doğal dilleri inceleyen bilim. Logosentrik: söz ya da akıl merkezcil. Metafor: bir şeyi başka şey ile benzetmeye, kıyaslamaya, anlatmaya yarayan mecazlardır. Mevcudiyet metafiziği: Dolayımsız olarak hiçbir şeye ihtiyaç duymaksızın gerçekleşmiş varolmaya dayanır. Örneğin Platon’un idea kuramı. Modern: Latince bir sözcük olan “modo”(son zamanlar, tam şimdi)’dan türetilen modernus teriminden gelen düşüncedeki açıklık ,özgürlük,otoritelerden bağımsızlık ve en yeni en son dile getirilmiş düşünceler üzerine bilgi anlamına gelen sıfat. Modern sözcüğü, ayrıca, Aydınlanma dönemine ait aklın ürünü olan rasyonel bilim anlayışının ve yönteminin her alana uygulanması. Modernite, Modernizm: 20 yy’ın başından 60’lı yıllara kadar düşünce ve sanat alanında görülen yenilikçi hareket. Genel anlamda gelenek ile karşıtlık ve ondan kopuşun bireysel, toplumsal ve politik yaşam alanlarının tamamındaki dönüşümü ya da değişimidir. Modernizm genel olarak geleneksel olanı yeni olana tabi kılma tavrı. Montaj: Latince “dağa tırmanmak” anlamına gelen montare ile Fransızca “yukarıya çıkmak”, “yerleştirmek”, “donatmak” anlamına gelen monter kavramından gelir. Sanat alanında “montaj” kavramıyla, bir sanat yapıtına, daha önceden biçimlendirilmiş, “yabancı” –özellikle gerçek dünyadan alınan– parçaların eklenmesi anlaşılır. Bu yolla sanat yapıtının organik oluşumu kesintiye uğratılır ve sanat yapıtı için uydurma bir uzam açılır. Bütün sanat türlerinde eşit ölçüde geliştirilen ve böylece değişik biçimler alan montaj ilkesi, avant-garde sanatçıların en önemli tasarımlama tekniklerinden biridir. Bkz. Wolfhart Henckmann ve Konrad Lotter, Lexikon der Ästhetik, Verlag C.H. Beck, Münih, 2004, s. 251. motricity: yapının bütünlüğü içinde işlev kazanan hareket, örneğin kas hareketi. Neo-gerçek: Baudrillard’a göre: postmodern simülasyon düzenine ait gerçek. Oikesis: Grekçe (Eski Yunanca): Mezar. Derrida bütün metafizik tarihini ölü olarak önünde bulur. Metaforik bir dille, Différance bu mezarlığın bekçisidir. Ontolojik: Varlıkbilimsel. Onto-teoloji: varlık-tanrıbilim. Heidegger’e göre “metafizik” bir “onto-teoloji”dir. Bu nedenle Heidegger kendisini “metafizikçi” olarak değil “düşünür” olarak tanımlar. Özdeksel: Maddesel. Paraloji: Lyotard’a göre: aklın kendisinin yapılarını kaydırmak ve dönüştürmek için kurulmuş bozuk ya da kasıtlı olarak çelişkili uslamlama. Pharmakon: Platon’un Phaidros diyaloğunda geçer. İlaç, deva, ecza anlamına gelir. Physis: Grekçe Doğa. Postyapısalcılık: Yapısalcılık eleştirisi veya sonrası Psikanaliz: Freud’un hastalarını uyanık durumda düşünce düzeni ve toplum değerlerini gözetmeksizin özgürce konuşturarak, hastaların içsel engellerini yenebilmelerini, unutulmuş anılarına inebilmelerini sağlayan alandır. Yöntemi “serbest çağrışım”dır. Psikoterapi: Genel anlamıyla ruhsal sorunların veya davranış bozukluklarının yok edilmesi veya azaltılması amacıyla kullanılan her türlü yönteme psikoterapi denmektedir. Romantisizm: 19 yy’ın ilk yarısında modern felsefeye tepki olarak gelişmiştir. Temsilcileri Goethe, Hamann, Herder, Humboldt, Schiller, Hölderlin, Novalis (Novalis ve Hölderlin başlıklı çeviri yazıyı tıklayarak indirebilirsiniz) ve Schelling. Sanatın idealleştirme ya da genelleme olmadan tikel ve somut olana yönelmesi ve doğanın uyandırdığı duyguları gözlemesi ve aktarması gerektiğini düşünürler. Semantik: Anlambilim Semioloji: Göstergebilim Semiotik: Göstergesel Sibernetik: güdümbilim. Simulakr: Baudrillard’a göre: gerçekle hiçbir ilişkisi olmayan, kendi kendisinin imgesi. Simülasyon: Baudrillard’a göre: simulakrların birleşmesinden meydana gelen evren. Sürrealizm (Gerçeküstücülük): Kurucusu Fransız edebiyatı şairlerinden ve ruh doktoru Andre Breton’dur. Amacı bilinçaltının sanata yansıtılmasıdır. Tanrıbilimsel: Teolojik Teknopastoral: dünyanın teknolojik bir çerçeve içinde anlaşılması. Telos (Grekçe): Erek, amaç. Thamus: Mısır mitolojisinde tanrı-kıraldır. Platon’un Phaidros diyaloğunda adı geçer. Theuth: Platon’un Phaidros diyaloğunda adı geçer. Bu tanrının kutsal işareti, İbis kuşudur. Bu tanrı sayıyı, hesabı, geometriyi ve astronomiyi, ve yazıyı (grammata) bulmuştur. Yapısalcılık: İng. structuralism: İnsan bilimleriyle ilgili olarak özel bir alanı birbiriyle bağıntılı parçaların karmaşık bir dizgesi olarak çözümlemeye çalışan girişim. Ferdinand de Saussure’ün (1857-1913) dilbilim alanındaki çalışmalarıyla başlamıştır. Yol-açma: Alm. Bahnung, Alm. Bahn: yol. |