|
15'inci Dünya Felsefe Günü Konferansı: "Dindarlık ve Dinsizlik Üzerine Felsefi İlk Tartışma Olarak Platon’un Euthyphron Diyaloğu" Metin Bal, Prof. Dr. |
Dindarlık ve Dinsizlik Üzerine Felsefi İlk Tartışma Olarak Platon’un Euthyphron Diyaloğu, Prof. Dr. Metin Bal. XV. Dünya Felsefe Günü Hakkında Bir Konferans. Tarih: 18 Kasım 2016 Cuma, Saat: 10:30, Yer: Edebiyat Fakültesi, B 360, Tınaztepe Kampüsü, Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca, İzmir. |
(Konferansın videosunu izlemek için tıklayınız lütfen.)
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Yazıyı okumak için tıklayınız lütfen: Tanrı Felsefeye Nasıl Girer? Sorusuna Cevaplar Olarak Platon’un Euthyphron Diyaloğu ve Heidegger’in Ontoteoloji Eleştirisi/ Plato's Euthyphro and Heidegger's Critique of Ontotheology as Answers to the Question of 'How Does God Enter into Philosophy', Metin Bal. Felsefi Düşün, Akademik Felsefe Dergisi. Sayı: 8. Yıl: Nisan 2017. İstanbul: Pinhan Yayıncılık. Dosya Konusu: Heidegger. Sayı Editörü: Kaan H. Ökten. Felsefi Düşün Akademik Felsefe Dergisi. ISSN: 2148-0958. The Philosopher's Index, Tübitak Ulakbim, EBSCO Humanities International Index veri tabanları tarafından taranmakta ve listelenmektedir. ss. 17-46. |
Olağanüstü güzel bir ortama davet ederek bana doğum günü sürprizi yapan Nermin DEVELİ, Fuat URGANCI ve Altınay BAYRAL'a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. |
|
|
|
|
|
|
|
Kutsal Nedir?
"Iphigenia Aulis’te Tragedyasının Çağdaş Bir Yorumu Olarak Kutsal Bir Geyiğin Ölümü Filminin Felsefi Anlamı", Metin Bal, 2021. PEARSON JOURNAL OF SOCIAL SCIENCES & HUMANITIES, International Indexed & Refereed, DOI Number: http://dx.doi.org/10.46872/pj.399 , ISSN: 2717-7386 , 2021 Volume 6, Issue 15, ss. 491-508. Yayınlanmış haliyle okumak için: https://www.pearsonjournal.com/Makaleler/689938517_491-508.pdf , Address :19 Mayıs Mahallesi, 34360 Şişli, İstanbul, TURKEY. Index Copernicus International, ESJI (Eurasian Scientific Journal Index, Root Indexing, Crossref)
“Kutsal nedir?” sorusunu sormak ve dünyevi olanı kutsamak postmodernizme bir başka alternatiftir. Modernite Grek felsefesini geviş getirmiş bir Rönesans, Postmodernite ise tüm çağları yutmuş bir Ortaçağdır. Bunun görülebileceği sanat yapıtı Yorgos Lanthimos’un (1973 - ) yönettiği Kutsal Bir Geyiğin Ölümü (2017) adlı sinema filmidir. Postmodern dünya simülasyonuna alternatif başka bir şey ise önceki tüm dönemlere bir retrospektif sağlayabileceğimiz ve modernite düşünür, yazar ve sanatçılarının (Hölderlin, Nietzsche, Rilke, Heidegger vb.) üzerinde durdukları “kutsal” değerini yeniden inşa etme çabasıdır. Moderniteyle birlikte “insan” terimi tartışmalı hale gelir ve bunun sonucu olarak “felsefi antropoloji” (Max Scheler[1], Ernst Cassirer vb.) disiplini ortaya çıkar. Sonradan Heidegger’in farkına varacağı gibi[2]; hangi “insan”dan söz edildiğine dikkat edilmelidir çünkü “insan”ın dönüşümleri devam etmektedir. “Kutsal” değeri değişmekte olan insanla birlikte kayar ve bir sonraki “insan”da etkisiz kalır ya da boşa çıkar. “Kutsal”ın bu düşüşü onun yok olması almanına gelmez. Bu bakımdan modernitenin ilk düşünürü Schopenhauer’dir çünkü o, modernitenin maymuncukları olan “anti-realist”, “ikonaklast” ve “anti-nihilist” olmanın gerekçelerini “ateizm” ya da “tanrıtanımazlık” konusunun hesabını vererek öne sürer. İnanç sözcüleri katlettikleri insandan yağmalayarak ganimet saydıkları Tanrı’yı bir eşya haline getirmişlerdir. Hegel’in Felsefe Tarihi Üzerine Dersler’inin Ortaçağ felsefesiyle ilgili bölümünde başka sözcüklerle ifade ettiği gibi, inanç sözcüleri çağlar önce hizmetçi şövalyeleri yaparak onurlandırdıklarını düşündükleri filozoflarla “medeniyet”i korumak için barbarlara karşı müttefik olmuşlardır. Fakat inanç sözcüleri bu ortak mücadelede müttefikleri olan filozofları ihanete uğrattılar çünkü “baba” dedikleri aile bireylerini ya da Tanrı’yı tekrar katlettiler. O güne kadar yeryüzünde böyle bir barbarlığa tanık olmamış filozoflar, zaman zaman, Tanrı’nın cesedini işgal altından alıp hak ettiği törenle uğurlamaya çalıştılar. Ne yazık ki inanç sözcülerinin yağmacı saldırıları filozofları da hedef aldı. Sonuçta, inanç sözcüleri “hayat”ı, Tanrı’nın lanetlediğine inandıkları dünyanın dertlerini, Tanrı’nın cesediyle birlikte sırtlarına vurmakla suçlayarak iftiraya uğrattılar. Nietzsche bu olayların kökenine iner ve Augustinus’un kendisini ya da o dönemin “insan”ını arayış yolculuğunda yarattığı Tanrı’ya saygıyı inanç sözcülerine hatırlattı. Kilise kendi kurumsal çalışmaları içinde, kurumun dayanağı olan Tanrı figürünün apaçık yaratıcısı olmasına rağmen Augustinus’u bir aziz kabul edip etmemekte tereddüt eder. Schopenhauer’in kitaplarını ders vermek için değil sırf düşünmek için okuyan Şen Bilim[3]’ adlı başyapıtıyla Nietzsche, inanç sözcülerinin padalyalaştırıcı ikonalatrik tutumları tarafından hortlatılarak sırtlanmaya devam edilen Tanrı’yı, arzuladığı ebedi huzuruna kavuşturur. Bu nedenle, Şen Bilim’de Tanrı’nın gömü seremonisinin uygun bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini söyleyen “Kaçık Adam”[4] öyküsüyle Nietzsche dünyayı kutsamanın farklı bir yolunu yaratır. Sonraki tüm modernite düşünür, sanatçı ve yazarları “kutsal”ın farklı değerlerini yaratmayı sürdürürler. Modernite devrinin (1818 - 1946) insanları, kendi dönemlerinin düşünür, sanatçı ve yazarları yoluyla birbirlerini kutsamanın başka yollarını icat ederler. Aşırı değerlendirme, apotheosis ya da tanrılaştırma / ilahlaştırma, ululama, kutsama, yükseğe çıkarma, yükseltme, asilleştirme, asalet verme, transformasyon, transfigurasyon, metamorfoz ya da başkalaşma, üstün olana benzetme, enkarnasyon ya da bedene bürünme, canlandırma, reenkarnasyon, yeniden doğuş, büyülenme, lanetleme, maske takma, başkaldırma, ölümsüzleştirme, görünür kılma ve aydınlatma eylemleri, bu eylemlerin farkına dikkat eden modernite düşünürlerinin ilgisini çeker. Düşünce tarihi boyunca söz konusu edilen bu eylemlerin göz kamaştırıcı olan, fakat mahkumlar arasına geri dönüşten kendisini mahkum etmemek isteyen bir kimsenin gözlerini alıştırmaması gereken, örneklerinin tarihi Grek tragedyasına dayanır. Grek tragedyasını bu bakımdan postmodern atmosfer içinde canlandıran dikkat çekici bir sanat yapıtı olan Lanthimos’un Kutsal Bir Geyiğin Ölümü (2017) filminin düşünce ekseni bir kimsenin yaptıklarıyla kendisini ve diğerlerini kutsallaştırdığı ya da lanetlediğidir. Postmodern dünyanın insanları birbirlerini küçümser, hoşgörür ve birbirlerine merhamet ederler. Bunun filmdeki repliği “Tanrı değilsin!” ya da “Nereden biliyorsun?” sözleridir. Postmodern dönemin “insan”ları, Ortaçağların “insan”ları gibi birbirleriyle ilgilenmezler ve hayatın bilindiği gibi olacağından emindirler. Bu film uzun zaman önce kapatılmış bu konuyu, düşündürdüğü şu soru ile tekrar tartışmaya açar: Kutsallaştırıcı seremonileriniz nelerdir? Filmde görülenlere “Bu kadar da olamaz!” denilemez çünkü en başta Martin tarafından söylenenlerin inanılmaz olmasına rağmen imaj dünyasının üretim bandında nasıl jelatinlenip, paketlenip raflarda yer aldığı görülür. Grek tragedyası için “insan” henüz bir “doğa”ya sahip değildir çünkü Grek tragedyası “insan”ı insan olarak taklit etmez. Grek tragedyasında “insan” henüz bir “hayvan” ya da “tuhaf”, “tekinsiz” bir varolan olarak görülür. Dikkatli bir izleyici bu filmdeki kimseleri en az bir defa “insan”dan farklı bir türe dönüşürken görebilir. Özellikle ağır yürüyüşü, bakışları, boyun hareketleri, ısrarlı müdavimlikleri ve konuşma ritmi bakımından Martin bir geyiği canlandırır. Böylece Martin’in bedenleşmesinde o bildik “insan” tartışmalı hale gelir çünkü Martin film boyunca zaman zaman farklı dönüşümler içinde, dahası tanrısallaşırken görülür. Erkek çocuk Bob şans eseri kurban edilmek için bağlandığında ve onun alışıldık cinsel birleşmeyi tuhaf karşılayan ablası Kim, bu mevcut “insan” düzenine kendisini alıştırmaya çalışırken farklı türlere dönüşürler. Kim ve Bob’un babaşarı, göğüs, kalp ve damar cerrahı Steven Murphy’nin “Bir cerrah asla öldürmez hastasını. Bir anesteziyolog hastasını öldürebilir, fakat bir cerrah asla.” demesine rağmen Martin’e verdiği saati “armağan” olarak değerlendirmesinde görüldüğü gibi, Martin acı çekmesine ve işkenceye maruz kalması pahasına hakikatleri söylemeye ısrarla devam eder. Bir kimseyi onda görüldüğü düşünülen erdemler yüceltir. Aristoteles’in Metafizik kitabının birinci bölümünde ve özellikle on ikinci bölümünde farklı şekillerde ifade ettiği gibi tanrılar da tanrılıklarını, tanık olduklarını iddia eden kimselerin onlarda gördüklerine inandıkları bilgeliğe ya da erdemlere borçludurlar. Cahil ve bu nedenle güçsüz ve korkak bir şeyin Tanrı olduğuna, mucizeler gösterilecek olunsa bile, hiç kimse inandırılamaz. Bu nedenle tanrılar, örneğin Prometheus ve İsa ve tanrıların çevrelerindeki figürler, örneğin Odysseus, Semavi Şeytan ve Eyüp’un yaptıkları gibi acı çekiyor olsalar da inandıkları hakikatleri söylemekten asla vazgeçmezler. Tanrılar kendi dile getirdikleri hakikatlere uymazlar çünkü onların korku verici özelliği hakikati değiştirebilme güçlerinden kaynaklanır. Bu kadar çok tanrı yaratılmasının nedeni budur ve tanrıların ne istedikleri, nasıl davranacakları ve kendilerine itaat edenlerin nihayetinde ödül mü ceza mı alacakları bilinemez. Tertullian’ın “Credo quia absurdum.” (“İnanıyorum çünkü saçmadır.”) ya da Augustinus’un “Credo ut intelligam” (“Anlayayım diye inanıyorum”) sözlerinin dayanağı budur. Sokrates bu nedenle “dindarlık” denilen şeyin ancak tanrılar arasında mümkün olabileceğini Euthyphron diyaloğunda söylüyordu. Sokrates haklı görünüyor çünkü bir kimse tanrılara itaat etsede etmesede Hephaistos gibi Olimpos’tan ya da Semavi inançta olduğu gibi “cennet”ten atılır. Fakat modernite düşünürleri, sinema sanatının ustalıkla gösterme teknolojisine sahip olduğu insan kadrajı dışından indirildiğine inanılan şeylerin düşüşünü görkemli karşılarlar. Elbette düşüş görkemlidir. Filmdeki göz doktoru Anna tarafından, içinde katlanılamayacak bir acıya maruz bırakılan Martin’in kapatıldığı ve kaçmak için hiçbir çaba göstermediği mahzen bir tapınağa dönüşür. Bağlar ya da değerler onlarla “insan”a bağlananları beslenme tarzlarından mesleklerini icra edişlerine varıncaya kadar birbirine benzetir. Huzurunda diz çöktüğü Martin’e yalvarı sahnesinde Anna, Tanrı’nın bir kez daha Martin’in bedeni yoluyla enkarne oluşuna tanıklık eder. Anna’nın yalvarısı eşliğinde başka bir Tanrı’ya dönüşen Martin’e sorusu: “Neden birinin yaptığı şeyin cezasını diğer üç kişi çekiyor?” Bunun cevabını Martin vermişti: “Aynı babam gibi olduğumu söylediler, sonra herkesin aynı şekilde makarna yedigini gördüm.” Modernistler de insanların bir şekilde birbirlerine bağlı olduklarını keşfettiler. Bu bağ tragedya kahramanlarının takip ettiği Ariadne ipidir çünkü o bağın birbirine bağladığı kimseler birbirlerini bu bağla bulurlar. Gerçekte, olayların kendisi üzerinden ilerleyeceği bu bağ yoluyla prolog kısmında şimdiden olacaklar bilinir. Grek tragedyası spoilera rağmen diyonizyak kaynağından tekrar tekrar canlanır. Çağdaş dünyanın insanı, başına gelecek şeyleri önceden gördüğünde keyfinin kaçtığına, yapıtın kendileri gözünde sanat değerini yitirdiğine inanırlar fakat Grekler ve Modernistler biliyorlar ki estetik bir deneyimden canlı çıkan tek şey sanat yapıtıdır. Bu nedenle, gerçek bir tragedyada olacaklar ilk sayfada söylenir. Fakat modern tragedya, Shakespeare’in yaptığı tragedyayı bir entrikalar yumağına ve izleyiciyi aptala çevirir. Trajediyi görenler ya da masum kurbanlar erdem göstermedikçe ve bağlardan kopmak demek olan “panik”e kapıldıkça kral Oedipus, kraliçe Agave ya da kral Kreon gibi felaketlere, üstelik, doğru olduğunu düşündükleri şeyleri yapa yapa uğrarlar. Hristiyanlığın dayandığı temel duygu durumunda da görüldüğü gibi bir anneyle çocuğu arasındaki bağ canlıdır. Bu bağ, Pietà’da görüldüğü gibi, çocuğun cesedini kucaklayan annenin nihilist mateminde de canlıdır. Modernitenin derinlik modellerinden psikanalizin kurucusu Freud Tanrı’nın son dayanağı olan ruhu alıp insana iade eder fakat onun acısını unutur. Bu nedenle yas tutmakla başlayan bir kimseyi mateme gark olmaktan çıkaramaz ve sonuçta “tedavi”den vazgeçer. Vazgeçer çünkü ona göre kendisinde hastalık belirtisi saptanan kimsenin kendisini anlamasını sağlamak sorunu çözecekti. Tüm belirtiler saptanır fakat buna rağmen “insan” kendisini anlamamada ısrar eder. Modernitenin derinlik modellerinden semiotiğin kurucusu Saussure’ün gösterdiği gibi “insan”dan geriye sözcükler kalır ve modernite sonunda filozoflar “dile dönüş” hareketi etrafında birleşir. Lacan “sözcükler”in mirasını alarak onların kaynağı olan, nihayet bir “bilim” olarak felsefeyi ve bu arada “saf psikoloji bilimi”ni kuran Husserl’in “şey”ine geri döner. İşte tüm bu nedenlerle Tanrı bugün varlığını ruha değil acılara dayandırır. Tanrı’sı olmayanlar da psikoloğa, psikanaliste ve psikiyatra giderler. Fakat inanç sözcüleri de giderler çünkü Tanrı, insanın eski dostu olan “ruh”la birlikte geçmişte kalmıştır. Kim olursa olsun “ruh hekimleri”yle görüşenlerin tedavileriyle ilgili olarak yazılan reçete de görünen şeyler, Baltazar’ın kendi duvarında da beliren şeylerle benzerdir: “Doğaya çık, yürü!” cümlesidir. Oysa muayenehane insanlar yürüyerek gelmişlerdi. Elbette yürüyerek de gidecekler. O cümle, gerçekte, “kendini anlamayanı ben anlayamam!” anlamına gelir. Böylece filmdeki Murphy ailesinin önceki hayatının bilinmesine böylece gerek duyulmaz. Filmin öyküsü işte bu dokunaklı anda başlar. Polisiye bir macera anlatır gibi kendisini ifade etmeye alışmış çağdaş izleyicinin dikkati kutsal bağından yoksun nihilist bir aile bağı[5]nın ansızın dağılmasıyla toplanır. İlgi çekmek isteyen bir yönetmen ortak değerleri kırmalıdır. Filmde, kutsal bağın kendilerinde kırık göründüğü baba Steven ve anne Anna bu bağlayıcı ortak değerden yoksunluk nedeniyle çocuklarında felce ve ölüme, kısacası yaşamsal değerlerin çürümesine neden olurlar. Kutsaldan yoksun değerlerle kurulan bağlar içinde herkes kendisini ve başkasını kurban etmeye hazır olmalıdır. Martin “sırrım yok.” diyor çünkü insanları birbirlerine neyin bağladığı çok açıktır. Martin’le karşılaşana kadar teleolojik bir kozmoloji içinde hijyenik, güvenli ve sağlıklı bir yaşam sürdürdüklerini düşünen Murphy ailesinin ebeveynleri Steven ve Anna’ya göre her şey yoluna girmiş ve sarsılmaz bir düzen hüküm sürmektedir. Fakat lanet, kutsal değerinden yoksunluğun neden olduğu açıklıktan girip yıkıma uğratan ve nihilist insanların hayatını ansızın yoldan çıkaran şeydir. Onları birbirine bağlayana kayıtsız bu insanlar sorumlu olduklarını yapmazken onlara hizmet eden teknoloji tıkır tıkır işler. Murphy ailesinin kızları Kim düşer fakat öyküden koparılmış çıplak müzikten bile yoksun nihilistik sayıklamanın şarkısı devam eder ve oğulları Bob da düşer ancak merdivenler yürümeye devam eder. Nasıl, nerede ve kimin başına gelirse gelsin düşüş görkemlidir. İhtiyaçları olan gerçek bağdan yoksun Murphy ailesi her zaman güçlü olduklarını birbirlerine söylerler fakat birini öldürmek için gözlerini bağlamak zorunda kalırlar. Bu korkaklar, hakikatin cisimleştirilerek insanla buluşturulacağı seremoniyi zoraki kabul ederek demokratik yolla düzenliyorlar. Sonuç olarak Kutsal Bir Geyiğin Ölümü filminin antinihilist, antirealist, dünyevi, profan harekete katkısı ve postmodern imaj evrenini parçalayan yaratıcı etkisi nihilist kimselerin birbirlerine “armağan” adı altında verdikleri ve aldıkları şeyin gerçekte kendilerine ve birbirlerine duydukları acıma, hoşgörü ve merhametten kaynaklanıyor olduğunu göstermesidir. Veren için de alan için de değerli olacak şeydir armağan. İkonalatrların, inanç sözcülerinin kısacası realistlerin ya da felsefi terminolojisiyle nihilistlerin acıma duydukları kimseye verdikleri şey “armağan” değil bu kimseyi yaşamdan ve kutsaldan caydırdıkları “sadaka” ya da “sus payı”dır. Böylece nihilizmin çağdaş versiyonundan başka bir şey olmayan postmodernizmi aşmanın etkili bir yolu gerçek armağanlar vermektir.
Makalenin tamamı için bkz.: "Iphigenia Aulis’te Tragedyasının Çağdaş Bir Yorumu Olarak Kutsal Bir Geyiğin Ölümü Filminin Felsefi Anlamı", Metin Bal, 2021. PEARSON JOURNAL OF SOCIAL SCIENCES & HUMANITIES, International Indexed & Refereed, DOI Number: http://dx.doi.org/10.46872/pj.399 , ISSN: 2717-7386 , 2021 Volume 6, Issue 15, ss. 491-508. Yayınlanmış haliyle okumak için: https://www.pearsonjournal.com/Makaleler/689938517_491-508.pdf , Address :19 Mayıs Mahallesi, 34360 Şişli, İstanbul, TURKEY. Index Copernicus International, ESJI (Eurasian Scientific Journal Index, Root Indexing, Crossref) [1] Bkz. Scheler, Max (2015) İnsanın Kosmostaki Yeri, çev. Harun Tepe, Ankara: BilgeSu. [2] Bkz. Heidegger, Martin (2013) Hümanizm Üzerine / Über den Humanismus, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu. [3] Nietzsche, Friedrich (2003) Şen Bilim (1882) (Tam Metin Çeviri) çev. Levent Özşar, Bursa: ASA Kitabevi. [4] ss. 16-17, Heidegger, Martin (2001) Nietzsche’nin “Tanrı Öldü!” Sözü ve Dünya Resimleri Çağı, Çev: Levent Özşar, Bursa: Asa Kitabevi. ss. 11-63. / Bkz. ss.119-120, Nietzsche, Friedrich (2007) The Gay Science, ed. by Bernard Williams, tr. by Josefine Nauckhoff, Cambridge: Cambridge University Press. [5] Filmdeki Murphy ailesinin bireylerinin, onları birbirlerine bağlandıklarını düşündükleri nihilist değerlerin bir eleştirisi için bkz.: Nietzsche, Friedrich (2011) Ahlakın Soykütüğü, (1887) çev. Zeynep Alangoya, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
|
|
|
|
|
|
|
Prof. Dr. Metin Bal’ın kısa CV’si:
1997’de İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını ODTÜ’de, Yargı Gücünün Eleştirisi’nde Kant’ın İkili Felsefesi (2002, Kant's Dichotomous Philosophy in the Critique of the Power of Judgement.) adlı teziyle ve doktorasını Ankara Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde, Martin Heidegger’in Sanat Anlayışında Varlık, Sanat Yapıtı ve İnsan Arasındaki İlişki (2008) başlıklı teziyle tamamladı. 2012’de doçentlik ünvanı verildi. 2019’da profesörlük ünvanı aldı. 2013 yılından başlayarak hâlen Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Derinleştiği alanlar estetik ve sanat felsefesi, varlık felsefesi, eleştiri Felsefesi, eğitim felsefesi, varoluşçu felsefe, Platon & Aristoteles Felsefesi, intihar felsefesi, çağdaş felsefe, modernite & postmodernite felsefesi, terapötik felsefe, aşk felsefesi ve edebiyatı, ütopya & distopya felsefesi, yoksulluk felsefesi, tiyatro felsefesi, sinema felsefesidir. & Metin Bal hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: www.metinbal.net Yayınları: http://metinbal.net/yayinlar_metin_bal.htm CV: http://www.metinbal.net/CV_Metin%20Bal_Felsefe_Bolumu_Dokuz_Eylul_Uni.htm Üniversitede Felsefe Bölümü’nde verdiği dersler: http://www.metinbal.net/metin_bal_Courses_instructed_by/Dersler_Metin_Bal_Lectures_Felsefe_Bolumu_Dokuz_Eylul_Uni.htm E-posta: balmetin@gmail.com
|
||